26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masalları ve gerçekler-14

Şehre nereden girildi?

Aslında nihai taarruzun yapıldığı 29 Mayıs gecesi Osmanlı ordu birliklerinin 2. Dalga hücumu sırasında öyle bir an geldi ki Bizanslı savunmacılar savaşı kazanacakları duygusuna kapıldılar. İlk hücum dalgası püskürtüldükten sonra Bizanslıların soluklanmasına fırsat vermeden daha profesyonel güçlerini, Anadolu ve Rumeli piyadelerini hücuma kaldıran Fatih belki de yeniçerilere gerek kalmadan bu aşamada işin bitebileceğini umuyordu.
Şafaktan 1 saat önceydi. Toplar patlar, kılıçlar kelle uçurur, oklar böğürlere saplanır, insanlar can çekişir ve onbinler hem düşmanın moralini bozmak, hem de kendilerine cesaret vermek için korkunç naralar atarak saldırır ve aslında herkesin uyuması gereken bir saatte yetmişbin kişilik şehirde bebekler hariç kimse uyumaz, savaş cehennemi bir gürültü içinde devam ederken büyük toplardan biri surlarda ciddi bir gedik açtı. Toz ve baruttan göz gözü görmez oldu. Ama Bizanslılar toparlanamadan Anadolu askeri hızla yarığa bastırdı ve birkaç yüz kişi surlardan içeri girdi.
Osmanlı askeri ilk kez surlardan içeri giriyordu ve Bizanslı savunmacılarla Osmanlılar iki sur arasında ilk kez karşılaşıyorlardı. Gedik küçük olduğu için içeri binlerce Türk giremedi ve içeri girmeyi başaranlar kendilerini köşeye sıkıştırılmış halde buldu. Grekler ve İtalyanlar Osmanlı piyadelerini burada kılıçtan geçirdiler ve surlardan dışarı attılar. Bizanslılar ilk kez tezahürat yaparak kendilerini alkışladılar. Olağanüstü yorgun olmalarına rağmen müthiş bir özgüven kazanmışlardı. Gerçekten de bu sıralarda cesareti kırılan Osmanlı ordusu ilk kez duralar gibi, taarruz da hız keser gibi oldu.

Sabah saat 5.30 sıralarında Zaganos Paşa Haliç’te kurdukları yüzer köprüden askerlerini geçirerek Haliç surlarının önüne,  gemileri de surları vurabileceği daha yakın mesafeye getirdi.

Birinci ve ikinci dalga saldırıların başarısızlıkla sonuçlanmasının Fatih’i öfkelendirdiği, hatta telaşlandırdığı söylenir. Doğru mu değil mi bilmiyorum ama artık elinde oynayacağı sadece son kozunun, yeniçeri kozunun kaldığı, her şeyin bu manevraya bağlı olduğu ve eğer önündeki bir kaç saat içinde yeniçeriler de Bizans direnişini kıramazsa taarruz ivme kaybedeceği ve geri çekilişin başlayacağı düşünülürse Fatih’in strese girmemiş olması düşünülemez.  Fatih İstanbul’u o gece alamazsa aynı genel taarruz organizasyonunu ertesi gün ya da başka bir gün tekrar sahneye koymasına imkan yoktu. 60.000 ölü vermişlerdi.

Gündoğumuna hala 1 saat vardı. Yeniçeriler 8 kilometre ötedeki Anadolu yakasından bile duyulan korkunç bir kükremeyle surlara doğru saldırıya geçti. Bu korkunç naralar Osmanlı ordularının psikolojik silahıydı. Binlerce, onbinlerce kişi bütün güçleriyle bağırarak hem adrenalin boşaltıyor, hem de düşmanın korkusunun tavan yapmasına, sinirlerinin perişan olmasına  neden oluyordu.

Korkunç bir gürültüyle, ölenle öldürenin sesinin birbirine karıştığı göğüs göğse çarpışma 1 saat kadar sürdü. Savunmacılar hiç geri adım atmadı. Sonra bir an geldi. Savunmacılar Osmanlıların baskısının belli belirsiz azaldığını hisseder gibi oldu. İşte o an belki de savaşın dönüm noktasıydı. Konstantin bütün gücüyle askerlerine doğru haykırdı: Cesur askerlerim. Düşman ordusu zayıflıyor. Zafer tacı bizimdir. Döğüşmeye devam edin.”

Theodosius surları Marmara kıyısından başlayıp Haliç kıyısındaki Blachernae  Sarayı yakınına kadar çift sıra halinde devam eder. Burada surlar dışa doğru 90 derecelik bir açıyla bir çıkıntı yapar, sonra tekrar, ama bu kez tek sıra olarak  dış surlara paralel bir şekilde Haliç’e doğru devam eder. Karaca Paşa’nın birlikleri zaman zaman bu surlara etkili saldırılar gerçekleştirdiyse de bu saldırıların hepsi bu noktada konumlanmış olan Ceneviz’li Bocchiardi kardeşler tarafından püskürtüldü. Savaşın başından sonuna kadar gözüpeklikleri ve korkusuzluklarıyla bir efsane haline gelen ve adeta parti yapar gibi, zaman zaman İtalyanca şarkılar söyleyerek ölümle alay eden Bocchiardi kardeşler saldırıları püskürtmekle kalmayıp, dışarıdan bakıldığında görülmeyen ve daha sonra yüzyıllar boyunca İstanbul’un düşmesiyle ilgili tartışmaların odağında yer alacak olan Kerko Porta(Cambazhane kapısı)dan dışarı çıkarak karşı saldırılar gerçekleştiriyorlardı. 

Böylesi bir karşı saldırıdan dönerken İtalyan askerlerden birisi bu yan kapıyı kapatmayı ihmal etti. Yavaş yavaş artan aydınlıkta Karaca paşanın askerleri bu kapının farkına vardı ve içeriye girdi. Osmanlı askerleri merdivenlerden yukarı çıkıp Bizanslıları gafil avladı ve kulelerden San Marco Bayrağıyla imparatorun sancağını indirip Osmanlı sancağını çektiler. Gerçi kısa sürede diğer Bizanslılar yetişip bunları ya öldürdüler ya da dışarı attılar. Ancak çok önemli bir hata yaptılar ve kuleye çekilmiş Osmanlı bayrağını, ya gerek görmedikleri ya da unuttukları için indirmediler. Bu korkunç hata 1 kilometre ilerideki psikolojik iklimi tamamen değiştirecekti. Kulelere çekilen Osmanlı bayrağı kimi yerlerden görüldü.

800 metre ileride Konstantin ve Justinyani Kerko Porta yakınındaki bu gelişmelerden habersiz çarpışmaya devam ederken ve her şey Bizans savunması açısından kendilerinin bile beklemediği ölçüde iyi giderken öyle talihsiz bir gelişme oldu ki insan, uzun süre tarafsızlığını koruyan Olimpos tanrılarının, sonunda Troya’nın yıkılmasında görüş birliğine varmaları gibi Konstantinopol’ün yıkılmasına da karar verdiklerini düşünmeden edemiyor. Justinyani göğsüne isabet eden bir merminin göğüs zırhını delip geçmesiyle ağır şekilde yaralandı.

Justinyani’nin yarasının tedavi edilmesinden sonra döneceğine söz vererek imparatordan iç surların anahtarlarını alıp çıkmasıyla, diğer Ceneviz’li askerlerin aynı kapıdan içeri sökün etmesi bir oldu.

İmparator Konstantin bu durumun bir çekilme dalgasına dönüşmemesi için adeta çırpındı ancak savunma net bir şekilde sendelemeye başladı.

Sinerji sözcüğünün tam tersi olan bir sözcük var mıdır bilmiyorum. O dakikalarda Bizans askerlerinin “her şeyin bittiği”ni düşünmeye başlamaları, o dakikalarda her şey aslında bitmemiş olsa bile her şeyin bitmesine neden oldu. Osmanlı askerleri onbinler halinde savunmanın boşalttığı gediklerden içeri akmaya başladı. Nicolo Barbaro’ya göre 15 dakika içinde 30.000 adam cehennemi naralar atarak içeri doldu. Savunma cılız da olsa devam ediyordu. 

Tam bu sırada Türk askerlerinden bazıları biraz önce anlattığım Kerko Porta(Cambazhane Kapısı) cıvarındaki kulelere dikilmiş olan ve Bocchiardi Kardeşlerin indirmeyi unuttuğu Osmanlı sancaklarını gördü. Bu sancakların görülmesi Türk tarafında büyük bir bağırışın kopmasına neden oldu: “kent düştü!” Bir an gerek Türk, gerekse Bizanslı askerlerin başları o tarafa çevrildi. Evet, ileride Osmanlı sancakları dalgalanıyordu. Halbuki orada o bayrakların asılı olması Türklerin şehre girdiği, o kısmı aldığı anlamına gelmiyordu. 

İşte o an savunmacılar tam anlamıyla panikledi. Her şeyin bittiğine inandılar ve dönüp kaçmaya, kente girebilecekleri bir kapı aramaya başladılar. Tek bir çıkış yolu vardı. Justinyani’nin çıktığı kapı. Herkes aynı kapıya hücum etti. Bu da hepsinin birbirini ezmesine, kapının önünde korkunç bir yığılmaya neden oldu. Bu yığılma kimsenin geçememesine neden oldu. Dış surlara tırmanmış olan Osmanlı askerleri yukarıdan da ateş etmeye başladılar. Kaçamayıp iki sur arasında kalan Bizans askerlerinin hepsi öldürüldü.

Osmanlı bayrakları surların değişik kulelerinde dalgalanmaya başladı. Daha 1 saat öncesine kadar Osmanlı ordusunda moral bozukluğuna ve duraklamaya neden olan, hatta savaşı kazanacağı umuduna kapılan Bizans savunması, Justinyani’nin yaralanması dışında somut bir neden yokken, büyük ölçüde psikolojik nedenlerle 1 saat içerisinde çökmüştü.

Bütün bu anlatılanlara rağmen şehre nasıl ve nereden girildiği sorunsalı bugün bile netleşmiş değil. Bu konuda yukarıda anlatılanlardan farklı görüşler de var.
Bunlardan biri Kerko Porta’dan yani Cambazhane kapısından girildiği görüşüdür. Ancak bu görüş pek kabul görmüyor. Az sayıda Türk askerinin açık unutulan bu kapıdan içeri girdiği, ancak bunların püskürtüldüğü daha fazla kabul görüyor.

Diğeri Aya Romano kapısından(Topkapı) girildiğidir. Ben bu görüşe katılmıyorum. Resmi görüş bu kapıdan girildiği yönünde ısrarlı. Ancak bunun nedeninin padişahın ve yeniçerilerin konumlandığı yerin bu bölge olması nedeniyle bu “şerefin” yeniçeriler ve Fatih’e mal edilmesi çabası olduğunu sanıyorum.

Bir de savaşın neredeyse tamamına yakını kara surları tarafında gerçekleşmiş olmasına rağmen şehre ilk önce Haliç tarafından çarpışma yoluyla girildiği, San Romano Kapısı tarafındansa karşılıklı anlaşma yoluyla girildiği yönünde ciddiye alınabilir görüşler var. Bilindiği gibi Haliç surları tek sıradır ve kara surlarına göre daha zayıftır. Osmanlı ordusu bu yönden gerçekleştirdiği top atışlarıyla Haliç’e bakan surlarda önemli gedikler açmıştı ve bu gedikler büyüktü. Bizans defansının ana gövdesi kara surları tarafında çarpışmaktaydı ve Haliç’e bakan surları korumakla görevli donanma komutanı Lukas Notaras’ın(Latin serpuşundansa Türk sarığını tercih eden) emrinde, kara tarafında olduğu gibi, binlerce kişi yoktu.

Bu konuda Sebahattin Tansel, Justinyani’nin yaralanıp pozisyonunu terk etmesi, imparatorun da cephenin bu kısmından ayrılması üzerine, buralarda çarpışan Bizans askerlerinin bir süre daha çarpışmaya devam ettiği, fakat surların deniz tarafından aşıldığı haberini duymaları üzerine, artık daha fazla direnmenin gereksizliğini anlayıp Fatih’e şehri teslim etmek için başvurmuş olabileceklerini ve şehre kara tarafından barış yoluyla girilmiş olabileceğini, şehir düştükten sonra şehrin bu kısmındaki kiliselerin kilise olarak kalmaya devam etmesinin, diğer yerlerdeki kiliselerin hepsinin camiye çevrilmiş olmasının da bu tezin doğruluğu ihtimalini güçlendirdiğini söylüyor.
Gerçekten de çeşitli kaynaklar, Osmanlı askerlerinin şehre kara tarafından girişi sırasında Akşemsettin ve Molla Gürani’nin Bizanslıların  barış teklifini reddettiklerini söyler. Çünkü gelinen bu aşamadan sonra bu teklifi kabul ederlerse şeriat kuralı gereği şehri yağmalayamayacaklar, Bizans halkını esir ve köle yapamayacaklardır.

Evliya Çelebi de şehre önce Haliç tarafından çatışmayla değil, Grek kökenli balıkçıların Haliç’teki Petrus kapısını Bursa Subaşısı Cuba Ali Bey’e açmasıyla girildiğini, buradaki balıkçılara bu nedenle vergi muafiyeti tanındığını anlatır. (Cuba Ali Bey’in şehre girdiği kapıya daha sonra Cuba Ali kapısı(Cibali kapısı) adı verilmiştir)

Ha, bir de şehre Ulubatlı Hasan’ın, “kahbe Bizanslıların göğsüne sapladığı oklara rağmen, iman gücünü kullanarak Osmanlı sancağını burçlara dikmesiyle girildiğini söyleyenler var ama benim bu konuda bir değerlendirme yapmam pek doğru olmaz. Çünkü kanımca bu yaklaşım tarih biliminin değil de daha çok psikoloji ve akıl sağlığı biliminin alanına giriyor ve ne yazık ki ben bu konuda ehil değilim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder