26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masallar ve gerçekler-16

Burada çok ilginç olduğunu düşündüğüm bir konudan söz etmeden geçemeyeceğim. “Osmanlı” tarih yazıcıları ile “Osmanlı’cı” tarih yazıcıları arasında olan bitenin nasıl anlatılacağı konusunda uçurumlar kadar fark var.
Eski tarihçiler, yani Fatih ya da genel olarak Osmanlı döneminde yaşamış olan eski tarihçiler bu tür fetihler sonrasında gerçekleştirilen katliamları, talanı, kadınların ve oğlanların köleleştirilmesini, bir insanın sadece çok yaşlı veya çok küçük olduğu ve bu nedenle para etmediği için öldürülmesini, yüzyıllar sonra bu tür eylemlerin utanılacak eylemler olarak görüleceğini hesaba katmadıkları ve kendilerine çok normal geldiği için olsa gerek, gayet ayrıntılı bir dille anlatırken, günümüz Osmanlı’cıları ya kimsenin kılına dokunulmadığı gibi bir palavraya başvururlar ya da yağma, katliam ve tecavüzleri münferit olaylar olarak niteleyip geçiştirmeye, olmadı, haçlıların ve Hıristiyanların ele geçirdikleri Müslüman topraklarında yaptıklarını anlatarak fetih sonrası yaşananları normalleştirmeye veya bu tür şeylerin o dönemlerde olağan olduğunu söyleyip konuyu geçiştirmeye çalışırlar.
Mesela bunlardan biri şehir düştükten sonra olanları şöyle anlatır: “Şehrin düşmesinden sonra İstanbul birkaç gün karışıklıklar içinde kaldı” Bu kadar. Ya, işte böyle. Demek ki ne olmuş? İstanbul karışıklıklar içinde kalmış. Ve devam ediyor bu “büyük” tarihçi: ”Bunun üzerine Fatih askerin izinsiz sokağa çıkmasını yasakladı” Bir şey anlayan beri gelsin. Birkaç gün karışıklıklar içinde kalan İstanbul’da karışıklıklara son vermek için askerin sokağa çıkmasının yasaklanması. Çok açıklayıcı doğrusu.
Konuyu tek cümleyle geçiştirenler arasında kimler yok ki:
Feridun Dirimtekin:” Fatih’in müsadesine uyularak ortaçağda harben zaptolunan şehirlere yapıldığı gibi şehrin yağmasına başlandı.”(ortaçağın kuralı bu abi, elden ne gelir?)
İsmail hakkı Uzunçarşılı: “Teamül üzere zaptedilen bir şehrin üç gün yağması icap ettiğinden…”(İcap ettiğinden yani valla, icap etmese dükkan senin)
Bu “tarihçiler” için talan edilen, ırzına geçilen, köle yapılan, yere yatırılıp koyun gibi kesilen, çocuğu başkasına, annesi başkasına, babası başkasına satılan insanlar, bu sırada göklere çıkan feryatlar, çığlıklar konusu birer ayrıntı olmalı ki gerçekleri anlatmaya çalışanları “iflah olmaz Türk düşmanı” filan diye suçlamaya kalkarlar. Burada bu Osmanlı’cı tarihçilerin yalanlarıyla cehaletleri iç içe geçer. Birincisi iflah olmaz Türk düşmanının bizatihi kendisinin Osmanlı hanedanı olduğunu, Osmanlı’nın kestiği Türk ve Türkmen sayısının yine Osmanlı’nın kestiği Hıristiyan sayısından bile fazla olduğunu ya bilmezler ya da bilmezden gelirler. İkincisi fetih sonrası yaşananlar konusunda kendilerini yalanlayanların yabancı Hıristiyan yazarlardan önce bizzat Osmanlı tarihçileri olduğunu unuturlar.
İsterseniz burada ben çenemi kapatayım da bizim Osmanlı’cı tarihçilerin “ecdadımız” diye övündüğü padişahların tarihçileri konuşsun.
“Şehrin içine girdiler. Yağma ve talan ettiler. Oğlanlarını, kızlarını ve mallarını alıp esir ettiler. O sırada tutabilen tuttu. Müslümanlar şöyle mala garkoldular kİ, İstanbul’un yapıldığı 2400 yıldan beri toplanan mal hep gazilere nasip oldu.”(Oruç Beğ tarihi)
“Hisar fetholundu. İyi yağmalar ve doyumluklar oldu. Altın, gümüş ve mücevherler ve her türlü kumaşlar gelip pazara döküldü.Satmaya başladılar. Halkını esir ettiler. Tekfurunu(imparatoru) öldürdüler.Güzel kızlarını gaziler bağırlarına bastılar(Aşık Paşaoğlu tarihi)(Güzel kızların bağırlara basılmasından neyin kastedildiğini açıklamama gerek yok sanırım.)(Bizanslı güzeller de “bağırlara basılmayı”dört gözle bekliyorlardı zaten)
“yaşlıları öldürünüz, işe yarayanları bırakınız”(İslam hukuku gereği savaşta alınacak tedbirlerden biri) emri gereğince hareket olunarak….”
“Ve böylece sağlam ve büyük bir kale dar-ül harp iken dar-ül İslam oldu.”(Tacüt Tevarih)(Savaş ülkesinden İslam diyarına dönüştü)
Hadi bir de 1396-1458 yılları arasında yaşamış ve Fatih’i olumlu özellikleriyle öven Venedikli diplomat Zorzi Dolfin’den alıntı yapalım:
“İhtiyarlar, hastalar ve küçükler para etmedikleri için orada öldürüldü. Erkekler iplerle bağlandılar. Kadınlar ikişer üçer kişilik guruplar halinde birbirlerine saçlarından bağlandılar. Bizanslı görgü tanıkları küçük kız ve oğlanların sunak masaları üstünde ırzlarına geçildiğini ve büyük kilisenin(Ayasofya kastediliyor olmalı) onların çığlıklarıyla çınladığını anlatırlar(Zorzi dolfin)
Demek ki neymiş? Zorbalıkla, eşkıyalıkla bir şehri ele geçirmenin adı fetih oluyormuş. Bu uğurda ölenler cennete gidiyormuş. Kendilerini size paşa paşa teslim etmeyip yurdunu savunanları, teslim olmadılar ve yiğitçe direndiler diye kıtır kıtır kesmek, ırzlarına geçmek, onları köle yapıp pazarda satmak, her türlü mallarına el koymak “helal ganimet“ elde etmek anlamına geliyormuş. Teslim olmadıkları ve yurtlarını sonuna kadar savundukları için öldürülmelerini, köleleştirilmelerini ve her şeylerinin yağmalanmasını caiz kılan bir kutsal kitaba inanıyorlarmış.
Sanırım yurtseverlik, boyun eğmeme, yiğitlik, cesaret, onur gibi şeyler İslam tarafından birer fazilet olarak, değerli ve soylu davranışlar olarak görülmüyor. Onun yerine, teslim olmak, boyun eğmek daha değerli davranışlar olarak görülüyor olmalı ki direnenler ölümle veya köleleştirilmekle, onların karıları ve kızları da cariye yapılmakla cezalandırlırken hemen teslim olanlar, boyun eğenler, yurdunu savaşmadan teslim edenler özgür bırakılarak, mallarına mülklerine dokunulmayarak, hatta kendilerine vergi muafiyeti filan sağlanarak ödüllendiriliyor.
“İman sahipleri mutlak hakim olup asker de yağmaya başladı. Rumi, Frengi, Rusi, Engürisi her milletten bir çok oğlan ve kız esir alndı. Tekfur Sarayı ve diğer saraylarda, zengin kafir evlerinden o kadar çok ganimet çıktı ki gümüş ve yakut cinsinden kıymetli madenler boncuk ve sırça pahasına satıldı. Altın ve gümüş, bakır ve kalay fiyatına alındı.” Tursun bey(Tarih-i Ebul Feth)
“Bütün gaziler aldıkları toyumluk maldan onda birini Allah’ın farzı gereğince padişaha sundular. Cümle tutsaklardan 3800 tutsak padişahın hissesine düştü. 20 bin kese yanko altını, 3 bin saray, 2 bin ester, 7 bin dükkan da padişaha ayrıldı. Ayasofya camisini ve 7 büyük manastırı da Fatih hazretlerine verdiler. Sözün kısası bütün İstanbul bu düzenle gazada bulunan tüm gazilere ve Fransız kralının kızı da padişaha verilerek akça dağıtımı yapıldı. Bütün gaziler padişaha ve kutlu dine hayır dualar ettiler.(Doğrusu bu ortamda bu kutlu dine hayır dualar etmemek mümkün değil.)
Uzunçarşılı, Lamartin ve Dirimtekin’e göre 50.000’e yakın Bizans’lı esir alındı ve köle pazarında satıldı. Sağ kalan Bizans’lı askerlerin ve Venedik’lilerin çoğununsa boynu vuruldu.(Tursun bey: Fatih’in tarihi)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder