Fetih masallar ve gerçekler-16
Burada çok ilginç olduğunu düşündüğüm bir konudan söz etmeden geçemeyeceğim. “Osmanlı” tarih yazıcıları ile “Osmanlı’cı” tarih yazıcıları arasında olan bitenin nasıl anlatılacağı konusunda uçurumlar kadar fark var.
Eski tarihçiler,
yani Fatih ya da genel olarak Osmanlı döneminde yaşamış olan eski tarihçiler bu
tür fetihler sonrasında gerçekleştirilen katliamları, talanı, kadınların ve
oğlanların köleleştirilmesini, bir insanın sadece çok yaşlı veya çok küçük
olduğu ve bu nedenle para etmediği için öldürülmesini, yüzyıllar sonra bu tür
eylemlerin utanılacak eylemler olarak görüleceğini hesaba katmadıkları ve
kendilerine çok normal geldiği için olsa gerek, gayet ayrıntılı bir dille
anlatırken, günümüz Osmanlı’cıları ya kimsenin kılına dokunulmadığı gibi bir
palavraya başvururlar ya da yağma, katliam ve tecavüzleri münferit olaylar
olarak niteleyip geçiştirmeye, olmadı, haçlıların ve Hıristiyanların ele
geçirdikleri Müslüman topraklarında yaptıklarını anlatarak fetih sonrası
yaşananları normalleştirmeye veya bu tür şeylerin o dönemlerde olağan olduğunu
söyleyip konuyu geçiştirmeye çalışırlar.
Mesela bunlardan
biri şehir düştükten sonra olanları şöyle anlatır: “Şehrin düşmesinden sonra
İstanbul birkaç gün karışıklıklar içinde kaldı” Bu kadar. Ya, işte böyle. Demek
ki ne olmuş? İstanbul karışıklıklar içinde kalmış. Ve devam ediyor bu “büyük”
tarihçi: ”Bunun üzerine Fatih askerin izinsiz sokağa çıkmasını yasakladı” Bir
şey anlayan beri gelsin. Birkaç gün karışıklıklar içinde kalan İstanbul’da
karışıklıklara son vermek için askerin sokağa çıkmasının yasaklanması. Çok
açıklayıcı doğrusu.
Konuyu tek cümleyle
geçiştirenler arasında kimler yok ki:
Feridun Dirimtekin:”
Fatih’in müsadesine uyularak ortaçağda harben zaptolunan şehirlere yapıldığı
gibi şehrin yağmasına başlandı.”(ortaçağın kuralı bu abi, elden ne gelir?)
İsmail hakkı
Uzunçarşılı: “Teamül üzere zaptedilen bir şehrin üç gün yağması icap
ettiğinden…”(İcap ettiğinden yani valla, icap etmese dükkan senin)
Bu “tarihçiler” için
talan edilen, ırzına geçilen, köle yapılan, yere yatırılıp koyun gibi kesilen,
çocuğu başkasına, annesi başkasına, babası başkasına satılan insanlar, bu
sırada göklere çıkan feryatlar, çığlıklar konusu birer ayrıntı olmalı ki gerçekleri
anlatmaya çalışanları “iflah olmaz Türk düşmanı” filan diye suçlamaya
kalkarlar. Burada bu Osmanlı’cı tarihçilerin yalanlarıyla cehaletleri iç içe
geçer. Birincisi iflah olmaz Türk düşmanının bizatihi kendisinin Osmanlı
hanedanı olduğunu, Osmanlı’nın kestiği Türk ve Türkmen sayısının yine
Osmanlı’nın kestiği Hıristiyan sayısından bile fazla olduğunu ya bilmezler ya
da bilmezden gelirler. İkincisi fetih sonrası yaşananlar konusunda kendilerini
yalanlayanların yabancı Hıristiyan yazarlardan önce bizzat Osmanlı tarihçileri
olduğunu unuturlar.
İsterseniz burada
ben çenemi kapatayım da bizim Osmanlı’cı tarihçilerin “ecdadımız” diye övündüğü
padişahların tarihçileri konuşsun.
“Şehrin içine
girdiler. Yağma ve talan ettiler. Oğlanlarını, kızlarını ve mallarını alıp esir
ettiler. O sırada tutabilen tuttu. Müslümanlar şöyle mala garkoldular kİ,
İstanbul’un yapıldığı 2400 yıldan beri toplanan mal hep gazilere nasip
oldu.”(Oruç Beğ tarihi)
“Hisar fetholundu.
İyi yağmalar ve doyumluklar oldu. Altın, gümüş ve mücevherler ve her türlü
kumaşlar gelip pazara döküldü.Satmaya başladılar. Halkını esir ettiler.
Tekfurunu(imparatoru) öldürdüler.Güzel kızlarını gaziler bağırlarına
bastılar(Aşık Paşaoğlu tarihi)(Güzel kızların bağırlara basılmasından neyin
kastedildiğini açıklamama gerek yok sanırım.)(Bizanslı güzeller de “bağırlara
basılmayı”dört gözle bekliyorlardı zaten)
“yaşlıları
öldürünüz, işe yarayanları bırakınız”(İslam hukuku gereği savaşta alınacak
tedbirlerden biri) emri gereğince hareket olunarak….”
“Ve böylece sağlam
ve büyük bir kale dar-ül harp iken dar-ül İslam oldu.”(Tacüt Tevarih)(Savaş
ülkesinden İslam diyarına dönüştü)
Hadi bir de
1396-1458 yılları arasında yaşamış ve Fatih’i olumlu özellikleriyle öven
Venedikli diplomat Zorzi Dolfin’den alıntı yapalım:
“İhtiyarlar,
hastalar ve küçükler para etmedikleri için orada öldürüldü. Erkekler iplerle
bağlandılar. Kadınlar ikişer üçer kişilik guruplar halinde birbirlerine
saçlarından bağlandılar. Bizanslı görgü tanıkları küçük kız ve oğlanların sunak
masaları üstünde ırzlarına geçildiğini ve büyük kilisenin(Ayasofya kastediliyor
olmalı) onların çığlıklarıyla çınladığını anlatırlar(Zorzi dolfin)
Demek ki neymiş?
Zorbalıkla, eşkıyalıkla bir şehri ele geçirmenin adı fetih oluyormuş. Bu uğurda
ölenler cennete gidiyormuş. Kendilerini size paşa paşa teslim etmeyip yurdunu
savunanları, teslim olmadılar ve yiğitçe direndiler diye kıtır kıtır kesmek,
ırzlarına geçmek, onları köle yapıp pazarda satmak, her türlü mallarına el
koymak “helal ganimet“ elde etmek anlamına geliyormuş. Teslim olmadıkları ve
yurtlarını sonuna kadar savundukları için öldürülmelerini, köleleştirilmelerini
ve her şeylerinin yağmalanmasını caiz kılan bir kutsal kitaba inanıyorlarmış.
Sanırım
yurtseverlik, boyun eğmeme, yiğitlik, cesaret, onur gibi şeyler İslam
tarafından birer fazilet olarak, değerli ve soylu davranışlar olarak
görülmüyor. Onun yerine, teslim olmak, boyun eğmek daha değerli
davranışlar olarak görülüyor olmalı ki direnenler ölümle veya
köleleştirilmekle, onların karıları ve kızları da cariye yapılmakla
cezalandırlırken hemen teslim olanlar, boyun eğenler, yurdunu savaşmadan teslim
edenler özgür bırakılarak, mallarına mülklerine dokunulmayarak, hatta
kendilerine vergi muafiyeti filan sağlanarak ödüllendiriliyor.
“İman sahipleri mutlak
hakim olup asker de yağmaya başladı. Rumi, Frengi, Rusi, Engürisi her milletten
bir çok oğlan ve kız esir alndı. Tekfur Sarayı ve diğer saraylarda, zengin
kafir evlerinden o kadar çok ganimet çıktı ki gümüş ve yakut cinsinden kıymetli
madenler boncuk ve sırça pahasına satıldı. Altın ve gümüş, bakır ve kalay
fiyatına alındı.” Tursun bey(Tarih-i Ebul Feth)
“Bütün gaziler
aldıkları toyumluk maldan onda birini Allah’ın farzı gereğince padişaha
sundular. Cümle tutsaklardan 3800 tutsak padişahın hissesine düştü. 20 bin kese
yanko altını, 3 bin saray, 2 bin ester, 7 bin dükkan da padişaha ayrıldı.
Ayasofya camisini ve 7 büyük manastırı da Fatih hazretlerine verdiler. Sözün
kısası bütün İstanbul bu düzenle gazada bulunan tüm gazilere ve Fransız
kralının kızı da padişaha verilerek akça dağıtımı yapıldı. Bütün gaziler
padişaha ve kutlu dine hayır dualar ettiler.(Doğrusu bu ortamda bu kutlu dine
hayır dualar etmemek mümkün değil.)
Uzunçarşılı,
Lamartin ve Dirimtekin’e göre 50.000’e yakın Bizans’lı esir alındı ve köle
pazarında satıldı. Sağ kalan Bizans’lı askerlerin ve Venedik’lilerin çoğununsa
boynu vuruldu.(Tursun bey: Fatih’in tarihi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder