2 Nisan 2017 Pazar

Şu bizim “Evet”çi “Alamancılar”

Başlık her ne kadar sadece Almanya’da yaşayan Türkleri kapsıyor gibi bir anlam taşıyorsa da bizim bunu geniş anlamda “Avrupa’da yaşayan Türkler” şeklinde anlamamızın bir sakıncası yok. Bu konuda, bu insanların sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik sorunları hakkında çok sayıda aydın tarafından sayısız makale, kitap vs. yazıldığını hepimiz biliyoruz. Onlarla, özellikle de oralara giden 1. Kuşak Türklerle ilgili üretilmiş ırkçı fıkraları da.
Türkiye’deki ilerici aydın insanların, sözkonusu Türklere yönelik ırkçı yaklaşımlara karşı geliştirdikleri refleks de doğal olarak o insanları anlamaya çalışmak, bu insanların hatırı sayılır bir bölümünün, bırakın Avrupa’yı, daha Türkiye’deyken bir büyük şehir bile görmeden, köylerinden çıkıp dosdoğru gelişmiş modern kapitalist bir ülkeye ışınlandığını, böylesi bir kültürel şoku-çoğunun eğitim düzeylerinin düşük olması nedeniyle-atlatmalarının kısa dönemde olanaksız olduğunu söylemek şeklinde oldu. Bu yaklaşıma benim de bir itirazım yok.
Ne var ki ilk kuşağın oralara gitmesinin üzerinden neredeyse 45 yıl, hatta yarım yüzyıl geçti. Artık bu insanların herhangi bir “kültürel şok” sorunları olduğunu pek sanmıyorum. Neyse efendim, derken 2. Kuşak doğdu. Sonra 3., hatta 4. Kuşak çıktı ortaya. Eh, bu insanlar da direkt Avrupalı bir yaşam biçiminin içine doğduklarına göre artık bir kültürel şoktan filan söz edemeyiz sanırım.
Türkiye’deki aydınların, örneğin Almanya’da doğmuş büyümüş 2. ve 3. Kuşak Türk çocuklarının, gymnasium’u bırakın “real şule”ye girmeye hak kazanma oranının Alman çocuklarıyla kıyaslandığında hala düşük oranlarda seyrediyor olmasını nasıl yorumladıklarını bilmiyorum. Konumuz da bu değil. Yalnız ben artık ciddi ciddi, ırkçılarla aynı pozisyona düşmekten kaçınmak adına, özellikle 1. Kuşak başta olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türklerin önemli bir toplamına yöneltilmesi gereken eleştirileri yöneltmekten kaçınmanın bir tür halk dalkavukluğuna dönüştüğünü, kendilerine eleştiri yöneltilecek olan bu insanlardan, daha doğrusu bu insanlar adına konuşacak “aydınlardan” gelecek tepkilerden korunmak için kolaycılığa kaçıldığını düşünmeye başladım.
Geçen seneydi galiba. Tam 45 yıldır Almanya’da yaşayan bir tanıdığımın da bulunduğu bir akşam yemeğinde muhabbet ediyoruz. Uzun yıllar boyunca, ne zaman Türkiye’ye gelse, sırf Almanya’da yaşıyor olduğu için bizden üstün bir yerlerde olduğunu zanneden ve bize hava atar konuşmalar yapan, ancak sonraları, sohbet ilerledikçe onun anlamadığı muhabbetlere giren bizlerin, onu iplemediğimizi yavaş yavaş anlar gibi olan bu adam “dinini öğrensin diye oğlunu Süleyman’cılara verdiğini” söylemişti. Masadakiler, sırf sofradaki ortam bozulmasın diye tepki göstermediler ve konuyu değiştirdiler.
Bu sözlerimin muhatabı Avrupa’da yaşayan aydın Türkler değil tabi ki. Dolayısıyla Avrupa’da yaşayan ve bu yazıyı okuyan facebook arkadaşlarımın üzerlerine alınmayacağını biliyor olmanın rahatlığıyla yazıyorum. Onlar zaten konumuzun dışında. Ancak 40 yıldır, 45 yıldır, hatta 50 yıldır Almanya’da, Hollanda’da, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan Türklerin önemli bir bölümüne artık şu soruları sormanın zamanı gelmedi mi?
Arkadaş sen 45 senedir Avrupa’nın göbeğinde yaşıyorsun değil mi? Peki.
1. Bu 45 yıl boyunca 1 tane kitap okudun mu? Bir tane bir, yani rakamla 1, yazıyla bir.
2. Bu 45 yıl boyunca 1 kere sinemaya veya tiyatroya gittin mi?(Cüneyt Arkın filmine giderek beni yanıltmış olabilir tabi, onu bilemem.)
3. Bu 45 yıl boyunca bir kere bir resim sergisine, bir konsere, bir sanatsal etkinliğe gittin mi?
4. Almanca veya Hollanda’ca bir gazeteyi, o gazetedeki bir yazarın yazdığı bir makale’yi açıp okuyor musun? Okuyabiliyor musun?
5.Avrupa’daki varlığını sürdürebilmeni büyük ölçüde oralardaki ilericilere, solculara, yeşillere, komünistlere borçlu olduğun halde, ne zaman Türkiye’de seçim olsa koşa koşa gidip, en büyük sağcı partiye oy verip, benim de buradaki hayatımı mahvetmenin arkasında yatan sebep ne?
Şimdi önümüzde bir referandum var ve yine Avrupa’daki Türklerin hatırı sayılır bir bölümünün “evet” oyu vereceğini duyuyoruz. İyi, güzel, istedikleri oyu vermekte özgürler tabi. Yalnız ben biraz, anlayışı kıt, mankafa bir herif olmalıyım çünkü bazı şeylere kafam basmıyor. Beni dilleri döndüğünce aydınlatırlarsa sevinirim.
Kendileri çook müslüman oldukları halde neden hiç biri Türkiye’de değil de, yaşam biçimini hiç benimsemedikleri, hatta ahlaksız olduğunu düşündükleri hıristiyan batı ülkelerinde yaşamayı istemeye devam ediyorlar ki? Bu soru Türkiye’deki, hatta İslam dünyasındaki çoğunluk için de geçerli tabi. Bugün Türkiye’de veya herhangi bir İslam ülkesindeki insanlara şöyle bir duyuru yapsan ve desen ki, “Ey ahali, artık sınırlar kalktı. Vize, oturma izni gibi sınırlamaların hiç biri yok. İstediğiniz ülkeye gidip yerleşebilirsiniz. Üstelik alınan ücretler ve çalışma koşulları da aynı olacak.” Hiç biri bir başka müslüman ülkeye göç etmeye çalışmayacak, hepsi Avrupa’ya, Amerika’ya, Kanada’ya veya Avusturalya’ya gitmek isteyecektir. İyi de kardeşim neden, neden, neden? Niye hiç biriniz, kendiniz gibi Müslüman din kardeşlerinizin yaşadığı ülkelere gitmiyorsunuz da, yaşam biçimini, kültürünü benimsemediğiniz, hatta-daha çok kadının toplumda işgal ettiği yer nedeniyle-ahlaksız olarak gördüğünüz insanların yaşadığı ülkelere göç etmeye çalışıyorsunuz? Bana bi onu anlatın hele benim kafama girecek bi şekilde. Niye hep "kafirlerin" yaşadığı ulkelere gitmek ve oralarda yaşamak istiyorsunuz?
Adım gibi biliyorum ki yarın Türkiye’ye şeriat gelse(böyle bir olasılık yok gerçi merak etmeyin), artık eskiden yaptığınız gibi yaz tatillerinde bile Türkiye’ye gelmeyecek, oraya çakılıp kalacak, hatta mümkünse yakınlarınızı bile oralara aldırtmaya çalışacaksınız. Niye niye, neden?
Ben bu yazıyı niye yazdım ki şimdi? Bu yazının muhatabı olan kişiler zaten yazı mazı okumaz. Kızgınlıkla kendi kendime konuşuyorum işte, elden ne gelir?