26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masalları ve gerçekler-8

Sultan Mehmet 5 Nisan günü Mahmut Paşa komutasında küçük bir süvari birliğini şehrin kapılarına gönderdi. Flamaları rüzgarda dalgalanan sözcüler görüşme isteğini bildirdiler. İstek kabul edildi ve elçiler içeri alındılar.

Elçi Konstantin’e Mehmet’in mesajını iletti. Sultan imparatora eğer savaşmadan şehri teslimi ederse hiç kimsenin canına ve malına dokunulmayacağını, kendisi ve halktan insanlardan isteyenlerin yine güven içinde mallarını da yanlarına alarak gidebileceklerini, ama eğer direnirler ve şehir savaşarak alınırsa bütün şehrin yağmalanacağını söylüyordu. Kuran'ın hükmü böyleydi.

Konstantin’se aralarında varolan anlaşma uyarınca belirlenmiş olan vergiyi vereceğini ve kuşatmanın kaldırılması halinde Bütün Bizans kalelerini teslim edeceğini, ancak şehri teslim etmeyeceğini bildirdi.

Elçiler kampa dönerek Konstantin’in cevabını Mehmet’e ilettiler. Sultan Mehmet bu ara çözümü kabul etmedi ve komutanlarına kuşatmayı başlatmalarını emretti.

Osmanlı ordusu yoğun davul, kös, nakkare ve borularla savaşın başladığını ilan ederken buna yanıt olarak Bizans’ta bütün kiliselerin çanları çalmaya başladı.

Burada İstanbul’u ve tarihi yarımadayı bilmeyenler için küçük bir bilgi notu düşmekte yarar var. Tarihi İstanbul yani Konstantinopol şehri bugün bizim bildiğimiz İstanbul’un tamamını kapsamaz. Konstantinopol, bir yanında Haliç(altın boynuz), diğer yanında Marmara Denizi ve güneydoğu ucunda da İstanbul Boğazının bulunduğu ve çevresi tamamen surlarla kaplı üçgen şeklinde bir yarım adaya benzer. Yani eskiden İstanbul derken kastedilen yer burasıdır. Daha da açarak ve basitleştirerek söylersek, bu tarihi yarımadanın dışındaki yerler, yani örneğin bugün bizim İstanbul’un çeşitli semt ve ilçeleri olarak bildiğimiz Taksim, Beşiktaş, Şişli, Sarıyer gibi semtler veya Anadolu yakasındaki Üsküdar, Kadıköy gibi semt ve ilçeler İstanbul değildi. Dolayısıyla kuşatıldığını ve fethedildiğini söylediğimiz yer sadece ve sadece sözünü ettiğimiz, çevresi surlarla çevrili tarihi yarımadadır.

Bu tarihi yarımadanın çevresi surlarla çevriliyken, savaşın ağırlıkla gerçekleştiği kara tarafı ise çift sıra surlarla çevriliydi. Bu bölümdeki iç surlar İsadan sonra 5.yüzyılın başlarında imparator 2. Thedosius tarafından yaptırıldı. Bu surlar Marmara Denizinden başlayıp Haliç yakınlarındaki Tekfur Sarayına kadar uzanır. Sonraki dönemlerde bu iç surlara ek olarak bir de dış sıra surlar inşa edilmiş ve bu dış surların önüne, herhangi bir kuşatma sırasında düşmanın işini daha da güçleştirmek için, genişliği 20 metre, derinliği 7.5 metre olan içi su dolu bir hendek yapılmıştır.

Bu arada şehrin içindeki atmosferden de biraz söz etmekte yarar var. Son haftalarda İstanbul’da ve yakınlarında gerçekleşen bir dizi küçük çaplı deprem ve sık sık bastıran korkunç yağmurlarla ortalığı sellerin götürmesi, zaten batıl inançlarla dolu Bizans halkının moralini iyice bozmuştu. Her coğrafi olaydan ilahi bir sonuç çıkarmaya ve dinsel hurafelere meyilli Bizans halkı arasında dolaşan bir sürü-bizdeki hacı, hoca takımına benzer-tip de abuk sabuk söylentilerin yayılmasına katkıda bulunuyor ve halk arasında korkunun tavan yapmasına neden oluyordu. Şehrin koruyucusu Bakire Meryem’in kendilerine küstüğünü söyleyenler, Tanrı’nın, kendilerini cezalandırmak için Türkleri gönderdiğini, savaşmayıp sadece dua edilmesini savunanlar, papanın dev bir donanmayı yola çıkardığını, yakında gelip Türkleri tepeleyecekleri dedikodusunu yayanlar, her gün Marmara Denizine bakan surların olduğu bölüme ve şehrin ucundaki Akropolis’e(daha sonra üzerine Topkapı Sarayının inşa edildiği yer) gidip ufka bakarak, Papanın yola çıkardığı rivayet edilen ve her an çıkıp gelmesi beklenen donanmanın ufukta görünmesini bekleyenler…

Osmanlı ordusundaysa moraller hayli yüksekti. Konstantin’in teslim olmayı reddetmesi askerler ve çapul beklentisiyle askere katılmış onbinler arasında memnuniyet yaratmıştı. Artık Kuran’a göre 3 gün yağma hakları doğmuştu. Yüzyıllar boyu görkemi, zenginlikleri dillere destan Konstantinopolis’i, içindeki servetleriyle, köleleştirecekleri insanlarla, elde edecekleri Bizans’lı dilberlerle birlikte ele geçirecekler ve evlerine döneceklerdi. Mehmet’in emriyle askerin arasına yayılmış ulema ve din adamı, kentin düşeceğini anlatan Kuran’daki Hadis’i ders gibi işliyor, kazandıklarında elde edecekleri “helal ganimet”leri ballandırarak anlatıyor, ölürlerse, Allah yolunda şehit olacaklarını ve hemen cennete gideceklerini söylüyordu.

İmparator Konstantin, halkın ve askerlerin moralini yükseltmek ve gücünü hem sultana hem de halka olduğundan daha büyük göstermek amacıyla askerlerinin surların dışına çıkarak surlar boyunca bir geçit töreni yapmalarını istedi. Mümkün olduğunca iyi giyinmiş askerler, dik durarak, sert adımlarla, kendilerine güvenli bir edayla,Türklerin biraz şaşkın bakışları arasında, surların bir ucundan diğer ucuna havalı bir şekilde yürüyerek kendilerine ve halka moral moral verdiler.

6 Nisan günü şafak vakti Şahi adı verilen topun ateşlenmesiyle savaş fiilen başladı. Şahi topun ve diğer topların güllelerinin çıkardığı ses o kadar korkunçtu ki ta Kalkedon’dan(Kadıköy), hatta Adalardan bile duyulduğu söylenir. 11 Nisandan itibaren top ateşi yoğunlaştı ve yavaş yavaş iki taraf ta kayıplar vermeye başladı.

Rumlar top atışlarına Grejuva ateşiyle karşılık verdi. Kuşatma sırasında şehirde bulunan ve savaşı günce tutarak yazan Venedikli doktor Nicolo Barbaro'nun Konstantiniyye Muhasarası Günce’sinden, top atışlarının Bizans halkı arasında oldukça moraL bozucu bir etki yarattığını anlıyoruz.

Ve 12 Nisan 1453 günü, Fatih’in önceki yıl, Baltaoğlu Süleyman Bey’e yapılmasını emrettiği gemilerden oluşan Osmanlı donanması Gelibolu’dan İstanbul önlerine geldi. Şehir artık karadan ve denizden kuşatılmıştı. Konstantinopol'de zaten bozuk olan moraller iyice bozuldu.

Şahi top surlara her çarpışta ciddi hasar veriyor, geride de çok sayıda ölü ve yaralı bırakıyordu. İstanbul içindense binlerce insan her gün topların yarattığı tahribatı gidermeye ve surların yıkılan bölümlerini onarmaya çalışıyordu.

Nihayet olması beklenen o korkunç günlerden ilki geldi ve surlarda artık önemli yıkıntılar oluştuğuna kanaat getiren Sultan Mehmet 18 Nisan akşamüstü genel saldırı emri verdi. Yoğun ok atışı ve yürüyen savaş kuleleriyle desteklenen birlikler savaş nidaları ve kulakları sağır eden davul, kös, nakkare ve boru çalgılarla saldırıya geçtiler. Yaklaşık 4 saat süren bu ilk cehennemi göğüs göğse çarpışmada her iki taraf ta olağanüstü bir kahramanlık ve özveriyle savaştı. Bizanslı savaşçılar bu çarpışma sırasında Osmanlıların yürüyen savaş kulelerini yakmayı başardılar.

Bu ilk şiddetli çarpışmada Osmanlı ordusu binlerce kayıp verdi. Savaşı surların arkasında karşıladıkları için doğal olarak Bizanslıların kaybı daha azdı ama bu, sayılarının Türk ordusu karşısında aşırı derecede az olması nedeniyle bu çarpışmadan zararlı çıkanın yine de Bizanslılar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yine de bu ilk gerçek kapışmanın Osmanlı Ordusundaki sonucu moral bozukluğu, Bizans defansındaysa kısmi bir rahatlama ve kendine güven artışına neden oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder