26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masalları ve gerçekler-11

Sona doğru

Mayıs’ın son haftalarına girerken şehirde din kaynaklı korkular alabildiğine arttı. Şehir halkı içinde deccalin, Mehmet’in sıfatında gelip kapıya dayandığına inanan çok sayıda insan türedi. Ortalık alamet yorumcusundan geçilmez oldu. Bir çocuk kent surlarını koruyan meleğin görev yerini terk ettiğine tanık olmuştu. Kabuklarından kan sızan midyeler bir araya toplanmıştı. Büyük bir yılan toprağı kasıp kavurarak yaklaşırken görülmüştü. Bir kadın kilisede önünde dua ettiği Meryem Ana ikonunun gözlerinden kanlı gözyaşları döküldüğünü yeminle anlatıyordu.

25 mayıs sabahı büyük bir kalabalık Bakire’den koruma talep etmek üzere Prookhotoi ‘deki(bugünkü Cankurtaran semti) Hagia Maria kilisesinde toplandı. Ahşap bir palet üzerine yerleştirilmiş Hodegetria’yı(sol kolunda çocuk İsa’yı taşıyan Meryem ikonası) omuzlara alarak dar yokuşlar boyunca yürüyüşe geçtiler. Halk yalınayak yürüyerek kutsal ilahiyi söylüyordu. İkona birdenbire hiçbir sebep olmaksızın taşıyanların elinden yüzüstü yere düştü. Dehşete kapılan insanlar, bağırış çağırışlar arasında İkonayı yerden kaldırmaya çalışıyor, ama ikona yere yapışmış gibi kalkmıyordu. Sonunda güç bela kaldırdılar ve geçit alayı yeniden yürüyüş düzenine geçti. Ancak birden bire gök adeta patladı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Bunu müthiş bir dolu takip etti. Kalabalık yürüyemez hale gelmişti. Sonunda yürüyüşten vazgeçildi ve halk evlerine geri dönerken duruma kesin tanısını koymuştu. Bakire Meryem dualarını geri çevirmişti. O artık onları terk etmişti. Kıyamet yakındı ve Türkler Tanrı tarafından Hıristiyanların günahlarını cezalandırmak için gönderilmiş musibetlerdi.

Osmanlı tarafında da moraller pek iyi değildi. 7 haftadır hem karadan hem denizden şehre sayısız saldırı yapılmış, surlar her gün aralıksız top ateşine tutulmuştu. Onbinlerce kayıp vermişler, hendekler ağzına kadar Osmanlı askeri cesediyle dolup taşmıştı. Ama işte hala surlar ayaktaydı. İmparatorun çift başlı kartalı surlarda dalgalanmaya devam ediyordu.

7 haftalık bir savaştan sonra iki tarafın da üzerine müthiş bir bezginlik çökmüştü.

Bu arada Türk karargahında da bir takım dedikodular, söylentiler dolaşıyordu. 23 mayıs günü, Venedik’ten yardım gelmeyeceği haberini getirmek için şehre gelen Venedik brigantini, Türkler tarafından, gelmek üzere olan bir yardım donanmasının öncüsü zannedilmişti. Ertesi gün çadırlar arasında, güçlü bir yardım filosunun Helles Pontos’tan(Çanakkale Boğazı) yola çıktığı, heybetli John Hunyadi kumandasındaki bir Macar haçlı ordusunun Tuna’yı geçtiği ve Edirne’ye doğru yürüdüğü söylentisi yayıldı.(Bu tür söylentilerin asker arasında savaş isteğinin kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde ortaya çıkması genellikle rastlantı değildir. 3 ihtimalden söz edilebilir. 1. Asker geri dönmek istediği için gerekçe yaratmaya çalışmaktadır. 2. İmparator Konstantin psikolojik savaş yürütmekte ve bu tür uydurma haberleri Osmanlı karargahına sızdırarak düşmanın moralini bozmaya çalışmaktadır. 3. Çandarlı Halil Partisi devrededir ve askeri, Mehmet' e karşı isyana hazırlamak için fısıltı gazetesini devreye sokmuştur.)

Ancak bu kasvetli ve bıkkın hava Sultan Mehmet’i aynı zamanda, öyle ya da böyle bu işi bir an önce bitirmek için acele etmeye de zorluyordu. O nedenle şehri daha fazla kayıp vermeden barış yoluyla almak için 2. bir deneme daha yapmaya karar verdi. İsfendiyaroğlu Kasım’ı, Konstantin’le tanışık olmalarından ötürü yeniden elçi olarak yolladı. Mehmet’in bu hamleyle ikili bir amaç güttüğü sanılıyor. 1.si içeriye sokacağı elçiler aracılığıyla düşmanın moral durumunu ve yıkımın düzeyini içeriden öğrenmek. 2.si ve daha önemlisi, Konstantin’i şehri teslim etmeye ikna ederek, aldıktan sonra başkenti yapacağı bu dünyalar güzeli şehri yağma ve yıkımdan kurtarmak. Oysa düşmanın teslim olmaması halinde, şeriatın hükmü gereği askerlerinin şehri yağmalamalarını engelleyemeyecekti. Hele askerlerin motivasyonunun düşmeye başladığı şu sıralarda, onları yeniden hevesle savaştırabilmesi için yağma sözünün altını özellikle çizmekten başka çaresi yoktu.

Türk elçileri görüşmek istediklerini belirten flamalarıyla surlara yaklaştılar. İmparator Konstantin elçileri kabul etmeden önce komutanlarıyla ayaküstü acele bir toplantı yaptı ve onlara, askerlerine, yorgunluklarını ve uykusuzluklarını hiç belli etmemeleri, elçi heyetinin sur içine girdiği andan başlayarak surlardan dışarı çıkana kadar sürekli neşeli, mutlu, kendilerinden emin ve kaygısız görünmeleri direktifini vermelerini istedi. Emir elçinin içeri giriş yapacağı kapının yakınında konumlanmış olan bütün askerlere ve görüşmede yanında bulunacaklara iletildi.

İsfendiyaroğlu Kasım içeri kabul edildi ve Mehmet’in bir önceki teklifinden çok da farklı olmayan, ama buna ek olarak imparatora Mora despotluğunun verileceğini bildiren teklifini iletti. Konstantin yine “ne kadar ağır olursa olsun istenen vergiyi vereceğim. Ama şehri teslim edemem” cevabını verdi.

İşte tam bu sırada Sultan Mehmet açısından ya hemen harekete geçilmesi ya da bu işten vazgeçilmesini gerektiren bir gelişme oldu. Osmanlı karargahına gelen Macar Elçisi, Hunyadi Yanoş’un naiplikten çekildiğini, yeni kral Vladislas’ın Türklerle imzalanan 3 yıllık barış anlaşmasını tanımadığını bildirdi. Yeni kral ayrıca padişahın İstanbul kuşatmasını hemen kaldırmasını istiyor, büyük bir müttefik donanmasının da Bizans’a yardım için yola çıkmış olduğunu haber veriyordu.

Bizans’a yardıma gelen Macarlar...yola çıkan Avrupa donanması... Mehmet’in canı uzun süredir hiç bu kadar sıkılmamıştı.

Askerler uzun süredir devam eden kuşatmadan usanmış görünürken gelen bu haber her şeyin üzerine tüy dikmişti.

Hemen aynı akşam divanı toplamaya karar verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder