6 Ağustos 2018 Pazartesi


Komünist olmayan sol, sosyal demokrat olmak zorunda mıdır?

Doğrudan yanıtlamak daha doğru olur. Hayır değildir. Hatta zinhar olmamalıdır. Bu, siyaseti tümüyle batı merkezci bir bakışla okumanın sonucu olarak içine düştüğümüz bir yanılgıdır. Çok güçlü, çok yaygın, ama tamamen yanlış bir düşüncedir. Ama keşke sadece bir yanılgı olarak kalsaydı. Büyük bir tuzaktır da. Yaklaşık 40-45 yıl önce, hepimizin içine düştüğü bir tuzak. Bize, ne kadar batılılaştığımızı hissettiren ve içine düşmekten adeta keyif aldığımız bir tuzak.

70’li yılların ortalarından başlayarak Türkiye’de “sosyal demokrasi” diye bir kavram ortalıkta dolaşmaya başladı. 80’li yıllarda da tamamen oturdu. Sosyalistler dahil herkes, siyasal yelpazeyi, şekli şemali Avrupa’da çizilmiş bir cetvele benzetti ve şöyle düşündü: Bu cetvelin ortasını merkez olarak tanımlarsak, cetvelin sağ tarafı, sağ ve aşırı sağ(aşırı milliyetçi, faşist ya da şeriatçı) olarak tanımlanabilir. Cetvelin merkezinin sol tarafına gelince. Orada da en solda komünistler(yani Marksist-Leninistler) yer alır. İşte bu en soldakilerle, yani  komünistlerle merkez arasında bir yerlerde bulunan sola da sosyal demokrat denir.

Batı merkezci bir bakışla yapılan ve ilk bakışta tamamen masumane görünen bu tasnife kimse itiraz etmedi. Hele 80 sonrasında CHP’nin mirasının sürdürücüleri bu tanımlamayı pek sevdiler. Partiye Avrupalı bir hava veriyordu. Dahası bu sıfat, özellikle Türkiye’de, sağcılara “bakın biz komünist değiliz ha, bize komünistlere davrandığınız gibi davranmayın” anlamında bir göndermede de bulunuyordu. “Solcu” yerine “sosyal demokrat” kavramı daha tehlikesiz, daha risksiz, daha Avrupai, daha masumane ve daha düzen içi kalıyordu. Öyle ya, solcu sözcüğünden, solculuğun nereye kadar uzandığı pek anlaşılmıyordu.

Komünistler de bu tasnifi sevdiler. Çünkü Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin hepsi düzen içi partilerdi ve CHP’nin sosyal demokrat olarak tanımlanması, düzen dışı olma onurunun sadece kendilerine ait olduğunun anlaşılmasını sağlıyordu.
Böylece bütün Türkiye solu korkunç bir tuzağın içine düştü. Hem de hem CHP’lilerin, hem de Marksistlerin aynı tuzağın içine balıklama atlamasıyla. Bu batıcıl tanımlama ve tasnif CHP’nin başına çöreklenmiş olanları epey rahatlattı. Halkçı, devrimci ve solcu bir parti olarak algılanmanın beraberinde getireceği sorumluluklardan kurtuldular. Sosyalistler de bu konuda onlara yardımcı oldular. Herhangi bir sohbette CHP’yi, “yapmadığı şeyler nedeniyle” eleştirenler, “canım CHP sosyal demokrat bir parti, onlardan çok şey beklememek lazım” veya ”CHP’den ne bekliyorsun ki? Onlar zaten sosyal demokrat” gibi eleştireni, eleştirdiğine pişman eden, hatta biraz da kendini cahil gibi hissettiren cevaplar aldılar.

Böylece Türkiye solcusu CHP’den fazla bir şey, daha doğrusu hiç bir şey beklenmemesi gerektiğini, “yüksek bilince” ulaşmaya çalışan diğer sosyalistlere “öğretmiş” oldu. CHP’nin, sadece yaptığı değil, yapmadığı ve bu nedenle her biri birer rezalet sayılması gereken eylemleri ve eylemsizlikleri, Marksist sol tarafından normal karşılanır oldu. Onlar zaten sosyal demokrattı ve onlardan bir şey beklenmezdi. Onlardan bir şey bekleyen solcu, yeterli sol bilince ulaşmamış olmakla nitelenme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Üstelik sosyal demokratların her konuda sergiledikleri bu çıldırtıcı sessizliği, Marksistlerin sosyal demokrasi hakkında söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyordu. Daha ne istesinlerdi.

Bu durumdan “sosyal demokratlar” da pek memnundu. Nasıl olsa onlar komünist değil, sosyal demokrattılar ve sağcı bir iktidar ne kadar gerici bir hamle yaparsa yapsın, ne kadar büyük bir rezalete imza atarsa atsın, ancak komünistlerin vermesi gerektiği zannedilen tepkiyi vermemiş oldukları için suçlanamazlardı. Bu tür tepkiler vermek “aşırı sol”un işiydi, onların değil. Giderek CHP’nin, her konuda, ama her konuda sergilediği sessiz, ılımlı, yumuşak tavrı, kendi tabanlarında da normal karşılanır oldu. Solda olduğu rivayet edilen bu “sosyal demokrat” partiden beklentilerin düzeyi o kadar düşürüldü ki, kimse Kılıçdaroğlu’nun ya da bir “sosyal demokrat” liderin, genel kurmay başkanının helikopterle cumhurbaşkanı adayı olacağı rivayet edilen birinin bahçesine inmesi, Tayyip Erdoğan’ın “ sandıklarda hakimiyeti ele geçirirsek işi başlamadan bitiririz” sözlerinin işitildiği videonun ortaya çıkması, milli güvenlik kurulu üyesi üst rütbeli bir subayın “atarız karşı tarafa(Suriye’ye) bir iki tane bomba, olur biter” şeklindeki sözlerinin ortalığa saçılması, bir mafya liderinin “oluk oluk kan akıtacağız” diye konuşması ve bunun gibi yüzlerce skandal karşısında ortalığı ayağa kaldırmamış olmasına öfkelenmedi. Herkes sosyal demokratların bu tavrı normalmiş gibi davrandı. Öfkelenilecekse sadece iktidara ve Erdoğan’a karşı öfkelenilmeliydi.

Artık bu saçmalığa bir son vermekte yarar var. İddiam şudur: Türkiye’de sosyal demokrat yoktur. Varsa da çoğu büyük şehirlerde yaşayan, tuzu kuru bir kaç bin kişiyi geçmez.Bu topraklarda sosyal demokrasi diye bir damar yoktur. Bu kavram tamamen yapay, ithal bir kavramdır ve bu ülkede hiç bir karşılığı yoktur. Sosyal demokrasi Türkiye’nin en, en, en marjinal siyasi akımıdır. O kadar marjinal, o kadar ihmal edilebilir bir gruptur ki, Malatya veya Gaziantepspor’un taraftarlarının toplam sayısı bile Türkiye’deki sosyal demokratların toplam sayısından kat kat fazladır.

CHP’ye oy verenlerin de %99’undan fazlası sosyal demokrat filan değildir. Solda bir yerlerde duran ve sol ucu açık bir çizgideki insanlardır. Avrupa’da sosyal demokrat bir partiye oy veren ortalama bir Avrupalıyla, Türkiye’de CHP’ye oy veren insanlar arasında uçurumlar kadar fark vardır. Örneğin sosyal demokrat bir partiye oy veren bir Avrupalı, kendi sol sınırını bilir. Marksist değildir, komünizme karşıdır. Türkiye’de CHP’ye oy veren insanlarsa sosyal demokrat saiklerle oy vermez. Bunların ezici çoğunluğu sol ucu açık insanlardır, düzen değişikliği isterler. Anti komünist değildirler.

Hal böyleyken, Türkiye’deki sosyalistler(Marksistler), solda asıl büyük çoğunluğu kendileri oluşturdukları halde(bence sayıları milyonlarla ifade edilebilir), sanki kendileri marjinalmiş de, solun çoğunluğunu sosyal demokratlar oluşturuyormuş gibi davranmayı ve “şimdi sosyalizmi istemenin sırası değil. Önce şu sosyal demokrasiyi iktidara getirelim”ciliği oynamayı seçti. Kendileri Türkiye solunun çok büyük bir çoğunluğunu oluşturdukları halde, kendilerini marjinal, sosyal demokratları ise çoğunluk zannederek, gerçekte varolmayan, varolsa bile bütün Türkiye’deki sayıları beş onbin kişiyi geçmeyen sosyal demokratlara, sol arsanın tapusunu altın bir tepside armağan ettiler. Geçen gün kendisiyle sohbet ettiğim bizim CHP’li bakkalın bana söylediği de bununla çakışıyordu: “Yazın gelmesi için once baharın gelmesi gerek”. Bu “ben de sosyalizmi istiyorum ama..” diye başlayan 45 yıllık saçmalığın devamından başka bir şey değildi kuşkusuz.  Yani, “sosyalizmi getirebilmemiz için önce sosyal demokrasiyi iktidara getirmemiz gerek” demek istiyordu. Bu yaklaşım yanlış olmaya yanlıştır. Ancak bu yaklaşımın, bizi daha çok ilgilendirmesi gereken olumlu bir yanı da var.  Avrupa’da sosyal demokrat bir partiye oy veren hiç kimse böyle bir laf etmez. Çünkü onlar bizim mahalle bakkalının gelmesini istediği “yaz”a karşıdırlar.

Komünist olmayan sola sosyal demokrat denmesi gerektiği şeklindeki batı-merkezci düşüncenin Türkiye soluna hakim olması, muazzam bir niceliğin CHP potasında eritilerek heba edilmesine neden oldu. Hem de tam 45 yıl boyunca.

Güney Amerika’daki komünist olmayan sol partilerin hemen hiç biri kendisini sosyal demokrat olarak tanımlamaz. Bolivarcı sol olarak nitelenen bu partiler genel olarak solcu, halkçı, devrimci olarak nitelenir. Oralarda, komünist olmayan sol partilere sosyal demokrat denmesi gerektiği gibi bir batılılaşma tuzağına düşülmemiştir. Geçen gün bir arkadaşım, Brezilya’ya yaptıkları bir seyahat sırasında, Brezilya İşçi Partisinin standında Marx’ın ve Lenin’in fotograflarını görüp şaşırdıklarını anlatıyordu. Komünist olmayan Brezilya İşçi Partisinin standında Marx’ın, Lenin’in fotograflarının ne işi olduğunu İşçi Partisinin temsilcisine sormuşlar. İşçi Partisi temsilcisi de bizimkilere, “siz nerelisiniz?” diye sormuş. Onlar da “Türkiye” cevabı verince, İşçi Partili temsilcisi gülerek “bizim buralarda işler Avrupa’daki gibi değildir” diye cevap vermiş. İşte tam da anlatmak istediğimiz şey budur. Bizim arkadaşlara bu soruyu sordurtan, komünist olmayan Brezilya İşçi Partisinin sosyal demokrat olması gerektiğini zannetmeleridir.

Tekrar Türkiye’ye dönelim. Bu topraklarda sosyal demokrasi diye bir damar yoktur dedik. Latin Amerika’daki komünist olmayan sol partiler nasıl kendilerini halkçı, devrimci(Bolivar’cı), solcu ve antiemperyalist olarak tanımlıyorlarsa, Türkiye’deki komünist olmayan sol partiler de bize özgü bir Bolivar’cı sol olmalıdır.

80’li ve 90’lı yıllarda CHP’nin içine “aşırı sol”un sızdığından şikayet edilirdi. Bence durum tam tersidir. Sosyal demokrasi CHP’nin içine sızmış ve partiyi ele geçirmiştir. CHP’yi eğer bir nehre benzetirsek, bu nehrin akması gereken doğal ve tarihsel yatak, solcu, halkçı, devrimci, antiemperyalist ve kamucu bir yataktır, emperyalist Avrupa ülkelerinin başat partilerinden olan ve dünya genelinde solla uzaktan yakından hiç bir ilgisi kalmamış olan sosyal demokrasi yatağı değil.

Artık birileri çıkıp bu sosyal demokrasi saçmalığına son verse iyi olur. Çünkü bu ülkede bu söylemin hiç bir ideolojik karşılığı yok.