26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masalları ve gerçekler-13

Armageddon

Nihai taarruzun gelmek üzere olduğunu anlayan Bizans’ta, şehri terk etmesi için yapılan ricaları geri çeviren Kral Konstantin de askerlerine son konuşmasını yaptı:
“Sizden cesur ve mert olmanızı rica ediyorum ve sizi şimdiye kadar yapmış olduğunuz gibi cesur yüreklerinizin bütün fedakarlığıyla bu kötü ruhlulara karşı direnmeye teşvik ediyorum. Sevgili vatanımız olan bu şehrin, bütün şehirlerin kraliçesi olan bu şehrin kurtuluşu için hayatınızı vermeye mecbur olduğunuzu unutmayınız”

Ardından dini ayine katıldı. Bütün Bizans bu dini ayine katıldı. Ayin alayı dinsel şarkılar söyleyerek sokakları ve sur boyunu dolaştı. Ellerindeki aziz resimlerini surlardaki gediklere yerleştirdiler ve oraların savunmasını onlara havale ettiler.
“Artık ölüm anını bekleyen şehir kendi cenaze törenini yapar gibiydi.”(Stefan Zweig. Yıldızın parladığı anlar)

İmparator dahil bütün Bizans askerleri savunma için yerlerini aldılar. Eğer bu genel taarruzu, bütün bir sur boyuna yayılacağına ve şimdiye kadarki saldırıların hiç birine benzemeyeceğine kesin gözüyle bakılan taarruzu püskürtebilirlerse belki de savaşı kazanan taraf olacaklardı.

Tam bu noktada Bizanslı askerler tarihe not düşülmesi gereken bir hareket yaptılar. İç surların kapılarını kilitleyerek anahtarlarını imparatora verdiler. Bu şu demekti: Türkler dış surlardan içeri girmeyi başarsalar da içlerinden tek bir tanesi bile iç surların kapılarından içeri girerek kaçmayacak ve ölümüne savaşacaktı. 2 aya yakın bir süredir süren savaşta verdikleri kayıplarla zaten çok az olan sayıları 2000-3000’e kadar düşmüş olan Bizanslılar kendilerini iç surlarla dış surlar arasına hapsederek ölümü seçtiler.

Çelik bir yay gibi gerilmiş bir şekilde koyu bir karanlığa ve sessizliğe gömülmüş Osmanlı karargahına bakan Bizans’lı askerlerin gergin bekleyişi gece yarısını biraz geçe son buldu. Fatih’in hücum emrini vermesiyle birlikte beklenen kıyamet koptu. Birden bire her taraftan başlayan top patlamaları, davul, nakkare, kös ve zil sesleri eşliğinde onbinlerce insan muazzam bir kasırga halinde “Allah Allah” bağırışlarıyla saldırıya geçti.

Fatih acımasız bir taktik uyguluyordu. Ordunun en önüne profesyonel olmayan askerleri, din veya çapul hayaliyle oraya gelmiş Türkmenleri, çapulcuları ve hıristiyan köylerinden zorla getirilenleri yerleştirdi ve onları öne sürdü.(Bu arada Türkmenlerin de Osmanlılar tarafından pek değerli varlıklar olarak görülmediğini belirtelim) Bunların fonksiyonu esas olarak düşmanı yenmek değil, yormaktı. Çoğu Bizans ateşi altında can veriyor ve cansız vücutları dış surların önündeki hendeği dolduruyordu. Arkadan gelenlerin ittirmesiyle bu zavallı öncü askerler çukurlara yuvarlanıyor, böylece saldırının ana merkezi olan San Romano kapısı önündeki hendeği, arkadan gelecek olan profesyonel askerlerin rahatça geçebilmeleri için cansız bedenleriyle dolduruyorlardı.

Bizans’lı savunmacılar 2 saat süren çarpışma sonunda saldırıyı püskürtüler. Fatih bu birlikleri geri çekti. “Birinci gurup geri çekilince Bizanslı askerler biraz dinleneceklerini sandılar ama aldandıklarını gördüler.”(Feridun Dirimtekin, İstanbul’un fethi)

Bunların hemen arkasından, daha iyi silahlanmış, askeri eğitimden geçmiş Anadolu ve Rumeli piyadeleri hücuma geçti. Ama bu sefer hendek hemen hemen dolmuştu. Ölü hatta yaralı arkadaşlarının üzerine basarak merdivenleri surlara dayamaya başladılar. Dinlenmeye fırsat bulamayan Bizanslılar bütün güçleriyle merdivenleri itiyor, yukarıdan kızgın yağ boşaltıyor, ok, kılıç, kargıyla saldırıyı püskürtmeye çalışıyorlardı.

Şehirdeki bütün kiliselerin çanları durmaksızın çalıyor, kadın, çocuk, taş atabilecek herkes surlara yardıma gitmeye çağrılıyordu.

Sebahattin Tansel’e göre bu ikinci dalga saldırı sırasında öyle bir çarpışma yaşandı ki artık iki tarafın da askerleri ölümü küçümsüyor, hatta Bizans’lı askerler sur duvarlarının dışında dövüşüyorlardı.(Sebahattin Tansel. F.S.M’nin Siyasi ve askeri faaliyetleri)

Osmanlı askerleri sürekli arkadan gelenlerle tazelendi. Bütün bunlara rağmen, günlerdir uykusuz, saatlerdir aralıksız çarpışan ve 1 aydır doğru dürüst beslenememekten ötürü güçten düşmüş olan Bizans’lı askerler öylesine büyük bir özveri ve cesaretle savaştılar ki sonuç alınamadı.

Bu ikinci dalga saldırı birliklerinin de ayağı sürçmeye başlayınca, gözü İstanbul’u almaktan başka hiç bir şey görmeyen ve bunun için her şeyi ama her şeyi yapmaya kararlı olduğu anlaşılan II. Mehmet “savaşın ahlaki kuralları” gibi kavramlarla pek ilgili olmadığını gösteren bir şey yaptı ve üzerinde kendi askerlerinden de binlercesinin bulunduğu surlara top ateşi başlattı. Çoğunluğu Türk olmak üzere surların üzerinde bulunanların çoğu can verdi.

Bu 2. Dalga taarruz sırasında bir ara 300 cıvarında Osmanlı askeri surlardan içeri girmeyi başardı. Ancak yine Feridun Dirimtekin’e göre “Bizanslılar cepheden ve yanlardan hücum ederek bir kısmını şehit ettiler, diğerlerini de siperden dışarı attılar. Müdafaa bu ikinci hücum karşısında da üstünlğünü muhafaza etmişti”(Feridun Dirimtekin. İstanbul’un fethi) Fatih bu 2. Dalga hücumun da etkisini yitirdiğini görerek birliklerini geri çekti.

Artık sıra Osmanlı’nın as oyuncularına, Hıristiyan ailelerden toplanarak çocuk yaştan itibaren asker olarak yetiştirilen, Osmanlı'nın profesyonel ordusu yeniçerilere gelmişti. Son derece eğitimli ve iyi silahlanmış 12.000 yeniçeri, kanatlardan ve arkadan yapılan okçu desteğiyle birlikte saldırıya geçti.

Bütün bir kuşatma sürecinin en kritik anı muhtemelen buydu. Artık çarpışma tamamen göğüs göğüse sürüyordu. Her iki taraf ta o kadar büyük bir cesaretle birbirlerinin üzerine atıldılar ki bağırışmalar, küfürlerle manzara cehennemi bir hal aldı.

Tam bu sırada, çarpışma devam ederken, Bizans savunması açısından çok talihsiz bir gelişme oldu. Bizans’lı askerlerin komutanı Justiniani ciddi şekilde yaralandı. Bu olay Bizans askerlerinin üzerinde çok kötü bir etki yaptı. Justiniani’nin varlığı onlara o kadar büyük bir güç veriyordu ki, onun her çarpışmada karşısına çıkan bütün Osmanlı askerlerini tepelemesi, onların, Türklerin de yenilebileceğini, öldürülebileceğini anlamalarını ve daha büyük bir moral ve özgüvenle savaşmalarını sağlıyordu.

İmparator Konstantin, Justiniani’den yarasının ciddi olmadığını, askerlerin morali açısından orada kalmasını, savaş alanını terk etmemesini rica ettiyse de Justiniani ve askerleri imparatordan, biraz da tehditkar bir tavırla, derhal iç surların anahtarlarını vermesini istediler. Anahtarları alan justiniani ve askerleri surların savunmasını bırakarak şehre ve oradan da kendilerini bugünkü Sarayburnu önünde bekleyen gemilerden birine binerek kaçtılar.

Yalnız, Justiniani adamlarıyla birlikte şehrin içinden geçerken “Türkler şehre girdi” diye bağırdı. Bütün bir kuşatma boyunca şehirde bulunan ve savaşın günlüğünü tutan Venedik’li doktor Nicolo Barbaro Justiniani’nin yalan söylediğini, Türklerin henüz şehre girmemiş olduğunu yazar. Justiniani’nin şehrin içinde geçerken bu şekilde bağırmasının nedeni muhtemelen kendi kaçışına makul bir neden bulmak için olsa gerektir.

Justiniani’nin yaralanıp poziyonunu terk etmesi Bizans savunmasında moralleri tam anlamıyla çökertti. Buna rağmen umutsuzca savaşmaya devam ettiler. Bu sırada Türklerin başka bir noktadan şehre girdiğine dair bağırışmalar duyuldu. Konstantin bulunduğu yeri değiştirerek askerleriyle birlikte Türklerin içeri girdiği söylenen yere, öleceği yere gitti.

Osmanlı bayrakları surların değişik yerlerinde dalgalanmaya, artık yapacak bir şey kalmadığını anlayan Rumlardan bazıları da kaçmaya başladı. İmparator Konstantin hala askerlerine cesaret vermeye, savaşmaya devam etmeleri için teşvik etmeye çalışıyorsa da artık bunun pek bir yararı olmadı.

Arkadaşlarının oluk oluk içeri girmeye başladığını gören Türkler bu işin bittiğini anlayınca binler, onbinler halinde gediklerden içeri girmeye ve iç surlarla dış surlar arasında kalan Rumları kasap gibi biçmeye başladı. İmparator Konstantin “beni öldürecek bir hıristiyan yok mu?” diye bağırdı. Artık çevresinde, kaçması için kendisine yalvaran Rumlardan kimse kalmamıştı. Gözlerinden yaşlar akarak elinde kılıcıyla içeri doğru oluk oluk akan Türklere karşı umutsuz bir saldırıya girişti. Bir daha da görülmedi.

Gün ağarmıştı. Osmanlı askerleri surların değişik noktalarından içeri akıyorlardı.

1125 yıllık Bizans 1453 yılının mayıs ayının 29’uncu günü şafak sökerken tarihe karışıyordu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder