16 Şubat 2016 Salı

Asimetrik savaşın kaybedenleri


ASİMETRİK SAVAŞIN AHMAKLARI

Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olurmuş. Ben de tekerlek kırılmadan yazmak istedim. Merak etmeyin kimsenin moralini bozmaya çalışmayacağım. Ben hala sandıktan yüksek olasılıkla "hayır" çıkacağını düşünüyorum. Ancak "hayır" oyları 16 Nisan akşamı ekranlarda göreceğimiz rakamlardan çok daha yüksek olabilirdi. Eğer....

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. CHP hayır kampanyasını yanlış bir yerden yürütüyor. “Sen de taktın CHP’ye” diyeceksiniz belki ama durum budur. CHP’li milletvekillerinin illerde ve ilçelerde canla başla bir saha çalışması yürüttüğünü biliyoruz ve bunun kuşkusuz bir yararı olacaktır. Ancak mücadeleyi, tam da karşıtınızın yürütülmesini arzuladığı zeminde yürütmek CHP’nin iflah olmaz bir hastalığıdır ve CHP, defalarca düştüğü bu tuzağa düşmekten bıkıp usanmamakta, bundan adeta zevk almaktadır. Sonuç hüsran olunca da gelsin “bu halk adam olmaz”, “bu halk zır cahil” lakırdıları.

Ne demek istediğimi biraz açayım. Bir referandum, hele bizim gibi ülkelerde, asla referanduma sunulan konudan ibaret değildir. Hatta büyük ölçüde o değildir. Geçen 15 yıl bize artık şunu öğretmediyse, o zaman artık bizim bir zihin sağlığı problemimiz var demektir. AKP’nin her hamlesi, başarıyla gerçekleştirilmiş bir önceki hamle sayesinde yapılmaktadır ve bir sonraki hamlenin öncülüdür. Peki şimdi bir sonraki hamle ne? AKP bu referandumu kazanarak neyi murat ediyor? AKP’nin sıradan muhafazakar bir parti olduğunu zanneden dangalaklardan biri değilsek eğer, onun, Suudi Arabistan’daki gibi dört dörtlük bir şeriat rejimi kurmayı olmasa bile, birazcık sulandırılmış, içinde biz “kafirlerin de” yaşamasına şimdilik izin verilen İslamo faşist bir rejim kurmayı amaçladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani 15 yıldır yaşamakta olduğumuz şey, partiler arası normal, demokratik bir siyasal mücadele değil, asimetrik bir örtülü savaştır. Bu savaşı asimetrik yapan şey bir tarafın(AKP’nin) savaşın varlığının bilincinde olması ve buna uygun davranması, diğer tarafınsa(CHP) savaşın varlığını reddetmesi ve savaş yokmuş gibi davranmasıdır.

AKP 15 yıldır bir cihat yürüttüğünün bilinciyle hareket etti ve hep yeni mevziler kazandı. Bir süre durup kazandığı mevzileri tahkim ettikten sonra da yeni mevziler kazanmak için yeniden taarruza geçti. En büyük avantajı ise, karşısında, örtülü bir savaşta olduğunu anlamayan, dahası, bu gerçeği inkar eden, sanki karşısında cihat yürüten bir parti yokmuş da, İsveç’te, Danimarka’da yaşıyormuşuz, Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde olağan demokratik siyaset nasıl yapılıyorsa öyle siyaset yapmaları gerekiyormuş gibi davranmakta ısrar eden bir muhalefet partisinin bulunmasıydı. Yani sonuna kadar ideolojik davranan, üstelik bu ideolojisini gizlemeyen, topluma en gericisinden de olsa bir hedef gösteren, diri ve savaşkan bir partiyle onun lideri ve onun karşısında da "vallahi biz sizin sandığınız kadar solcu değiliz. Vallahi de billahi de, biz de dindarız." diyen, "şunu yaparsak bize şunu derler, şunu söylersek karşı taraftan bize gelecek tepkilere verecek cevabımız olmaz" ürkekliğiyle davranan sinik, korkak, suçlu olmadığını isbat etmeye çalışarak güya iktidara gelmeye çalışan bir partinin.

Sosyal demokrat taifesi şöyle düşünüyor. "Halkın % 70'i sağa oy veriyor. Biz de biraz sağa kayarsak belki halk bize de oy verir. Biz de iktidara geliriz.” Bunların anlamadığı şey şu: Sen 1 metre sağa kaydıkça, senin sağındaki parti de, aradaki mesafenin kapanmaması için kendi sağına 1 metre kayıyor ve hep birlikte, elbirliğiyle “merkez” diye tanımlanan yeri aşırı sağa çekmiş oluyorsunuz. Sen ne kadar sağa kayarsan senin sağındaki partiyi daha sağ söylemleri dillendirmek için cesaretlendirmiş oluyorsun. Bu politika 10, 15, bilemedin 20 yıllık bir dönemde toplumun da sağ, daha sağ ve en sağ paradigmalarla yeniden yoğrulmasına ve gericileşmesine neden olacaktır. Nitekim oldu da.

AKP 15 yıldır bir kutuplaştırma politikası izliyor ve kendi gerici ideolojisi doğrultusunda doğru olanı yapıyor. AKP'nin her hamlesi allahına kadar ideolojiktir. AKP'nin her hamlesi, geriye doğru yapılacak bir sonraki hamlesinin öncüsüdür, siyasidir, ideolojiktir. Buna karşılık AKP ve sözüm ona "kanaat önderi" diye bilinen birileri bizden hep, AKP'nin gerici hamlelerinin siyasi ve ideolojik boyutunu değil, sadece teknik boyutlarını tartışmamızı istedi. Şu anda da AKP’nin bizden, yani karşıtlarından istediği, sonuna kadar ideolojik olan ve kendisini nihai amacına ulaştıracağını umduğu anayasa taslağının ideolojik boyutunu değil, sadece teknik boyutunu tartışmamızdır. Yani Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış CHP’lilerin ve genel başkan Kılıçdaroğlu’nun yaptığını yapmamız. “Tek adama bu kadar yetki verilmez!” Bu mu yani? Artık sondan bir önceki istasyona geldiğimiz şu günlerde dinci faşizan bir rejim kurmak isteyen bir kişiye ve onun partisine karşı söyleyeceğiniz söz bundan mı ibaret?

“Bir referandum asla referanduma sunulan konudan ibaret değildir” dedik. Buradan devam edelim. Bir referandumda kimin kazanacağını, o referandumda neyin oylanacağı konusunda en güçlü algıyı yaratmayı başaran taraf belirler. Asimetrik savaşın kurbanı olmaktan bıkmayan CHP apolitik bir hayır kampanyası yürütüyor. Hatta kampanya apolitik bir zeminde yürütülürse daha fazla kişiyi “hayır”a çekeceğini düşünüyor. Kuşkusuz bu kampanyanın da kısmi bir etkisi olacaktır. Ancak bu referandumun neyin referandumu olacağı konusunda başlı başına yeni bir algı yaratmaya çalışmak, karşı tarafın yumuşak karnına odaklanmak ve hasmını kendini savunmak zorunda bırakmaya çalışmak neden hiçbir CHP’linin aklına gelmez? Bunu da biraz açalım.

Bugün Türkiye’de gerçek anlamda bir şeriat rejimi isteyenlerin oranı %10, bilemedin, %15’tir. Hadi biz şeriatçılara biraz daha torpil yapalım ve %20 diyelim. Bunun dışındaki %80’lik kesim, sağ ve dinci partilere oy verenler dahil, bir şeriat rejiminde yaşamak istemez. Şimdi, buradan hareketle şöyle bir hayal kuralım. Bir CHP genel başkanı olsun ve bu genel başkan bu referandum kampanyasını, “tek adama bu kadar yetki verilmez. Şu madde şöyle diyor, bu madde böyle diyor” gibi teknik ayrıntılara boğmak yerine “şeriat rejimi istiyor musunuz, istemiyor musunuz?”a dönüştürsün. “Bu anayasa değişikliğiyle AKP şeriatçı bir diktatörlük kurmak istiyor” desin. Şeriatla yönetilen ülkelerdeki ilkelliği, vahşeti, çağdışılığı anlatsın. Yani kutuplaştırmayı AKP değil CHP yapsın ve halkı şeriat rejimi yanlılarıyla karşıtları arasında kutuplaştırsın. Kısacası referandum kampanyasını, sınırları AKP tarafından belirlenmiş bir zemin üzerinde yürütmeyi reddetsin ve bambaşka bir zemin üzerinde yürüyerek, bağımsız, radikal ve cesur bir tavırla halka “karar verin, ya laikliği ve insan gibi yaşamayı seçeceksiniz ya da vahşi, karanlık, ilkel bir şeriat rejimini” desin. Sizce hayır oylarının oranı ne olur?

Siyasal mücadele biraz da karşı tarafı kendini savunmak zorunda bırakma sanatıdır. Bırakın onlar kendini savunsun. Bırakın onlar “hayır, biz şeriat rejimi getirmek istemiyoruz. CHP yalan söylüyor” demek zorunda kalsın. Bırakın onlar savunma pozisyonuna çekilsinler. Bırakın onlar, sınırlarını bizim çizdiğimiz zemine düşsün ve o zeminde politika yapmak zorunda kalsınlar. Bırakın onlar “vallahi bizim öyle bir amacımız yok. Biz de aslında laikliğe karşı değiliz” demek zorunda kalsınlar ve “ne olmadıklarını” ispat etmeye çalıştıkları bir zemine düşsünler. Onların derdi sizi mi aldı?

“Nasıl konuşursam AKP mağdur duruma düşmez?”, “Ne yaparsam sağcılar bana tepki göstermez?” mantığıyla politika yapıldığı nerede görülmüş? Siz ne yaparsanız yapın, ama ne yaparsanız yapın gericilerin size tepki göstermesini engelleyemezsiniz. Daha da abartarak bir örnek vermek istiyorum. Bu sürecin böyle devam ettiğini, AKP’nin 1-2 seçim daha kazandığını ve zaten şu anda aşırı ölçüde sağa çekilmiş olan “merkez”in lineer bir şekilde daha da sağa çekildiğini, islamizasyonun yoğunlaşarak devam ettiğini düşünelim. Ve CHP’nin de, diğer partilerin de laikliği savunmaktan tamamen vazgeçtiğini varsayalım. Örneğin 10 yıl sonra açık İslami bir şeriat rejiminin ilan edilip edidlmemesinin tartışıldığı bir aşamaya geçildiğini varsayalım. İddia ediyorum, o rezil aşamada bile CHP’nin pozisyonu “hiç olmazsa ılımlı bir İslami rejim olsun” şeklinde olacak ve bu durumda bile CHP gericilerin tepkisini çekmekten, şeriatı yeterince savunmamakla suçlanmaktan kurtulamayacaktır. Siz “aman bize şunu demesinler” diye politika yaptıkça, “ben yapmadım öğretmenim” diyen ilkokul öğrencisinin suçluluk psikolojisiyle hareket ettikçe, “merkez”in, yani toplumun çoğunluğunun benimsediği, üzerinde tartışma dahi yapılmayacak değerler silsilesinin, gerici, daha gerici ve en gerici partiler tarafından belirlenmesine engel olamayacaksınız. Kitleler de size değil, o gerici değerler silsilesini en samimi şekilde savunan partiye oy vermeye devam edecektir.

Gazetelerin ve TV kanallarının AKP’nin elinde olduğu, bu nedenle “Evet”çilerin eline koz vermemek gerektiği düşüncesi de yukarıda anlattığım nedenlerle yanlıştır. Olan bitenin aydınlıkla karanlığın, ilericilikle gericiliğin savaşı olduğu tesbitini yapan bir parti için medyanın karşı tarafın elinde olması, bir dezavanaj değil bir avantaj bile olabilir. Tabii mevcut gericiliğe ve bu soygun düzenine karşı topyekun bir karşı taarruz başlatmaya cesaret edebilecek bir parti için. Kitlelere konuşma yaptığınız mitinglerde, gazete diye satılan o paçavraları ayaklarınızın altına alıp çiğnemek de mümkündür. “Aman tanrım, neler söylüyorum ben değil mi? Gelecek olan tepkileri düşünmek bile istemiyoruz değil mi? Niye hep gelecek olan tepkileri düşünüyoruz da, bu tepkilere karşı bizim daha da büyük bir tepki vermemizin mümkün olduğunu, üstelik de vereceğimiz bu ikinci ve daha büyük tepkiye hayallerimizin de ötesinde taraftar bulabileceğimizi düşünmüyoruz? “Evet ulan, siz gazete değil paçavrasınız. Yazdığınız, söylediğiniz her şey yalan. Siz iktidarın kuklasısınız” demek niye bu kadar zor? Yoksa gazetelerin ve TV kanallarının toplum nezdinde olağanüstü bir güvenilirliği, prestiji filan olduğunu mu zannediyoruz?

Bu yazıyı, benim hayal dünyasında yaşadığımı düşünmenize ve dudağınızın üzerine alaycı bir gülümseme kondurmanıza neden olabilecek bir iddiayla bitirmek istiyorum. Bu iddia, referandumla değil, önümüzdeki sonbaharda yapılması muhtemel seçimlerle ilgili.

“Evet kardeşim biz solcuyuz. Sapına kadar solcuyuz. Biz devletçiyiz.(Kendileri hatırlar mı bilmem. CHP’nin 6 okundan biri de budur.) Kamucuyuz yani. Sizin 35 yıldır özelleştirdiğiniz ne kadar kurum varsa hepsini tekrar kamulaştıracağız. Sizin o piyasa ekonominizi cehenneme postalayacağız. Yobazlığı, dinci gericiliği bu topraklardan sileceğiz. Bu alçak, ahlaksız soygun ve sömürü düzenini yıkacağız” diyen ve savunduğunu utangaç bir şekilde değil, göğsünü gere gere söyleyen bir CHP ilk seçimde iktidarı alır.


Denemesi bedava.

15 Ocak 2016 Cuma

Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok-2

Hiçbir zaman yanılan olmamanın, dönmemenin, dönek olmamanın en kurnazca yollarından biri karşı cephede varolduğunu iddia ettiğiniz düşmanın yer değiştirdiği veya başka bir yönden daha güçlü yeni bir düşmanın ortaya çıktığı tezini süreklileştirmek ve bunu teorize etmektir. Böylece dümeni, şimdi tümüyle farklı bir yönden geldiğini söylediğiniz şiddetli dalgayı karşılamak ve ondan kaçmak için eskisinden tamamen farklı bir yöne kırma hakkı ve özgürlüğü elde edersiniz. Birileri size “eskiden bize şu tarafa gitmemizi öneriyordun. Şimdi ise tam tersini yapmamızı istiyorsun. Bu tutarsızlık değil mi?” diye sorarsa kuramsal kılıfınız hazırdır. “Düşman değişti. Bu düşman artık eski düşman değil. Şimdi karşımızda yeni bir düşman var. Somut koşulların somut tahlilini yapmamız gerekiyor”.

Türkiye solunu zehirleyen en önemli 2 unsurdan biri, 5 yıl önceki referandumda sınırsız bir gücü altın bir tepside AKP’ye armağan eden liberalizmse, diğerinin de liberal ihanetin alçaklıkları üzerinden kendisine meşruiyet üreten Doğu Perinçek’çilik olduğunu söylemenin pek bir sakıncası yok.
Doğu Perinçek’in çizgisini tam 40 yıldır büyük bir tutarlılıkla sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Burada “tutarlılık” tan kastım bir doğrultu tutarlılığı değil, sınırsız bir tutarsızlığın teorize edilmesi ve süreklileştirilmesi anlamına gelen “mızrağın sivri ucunun baş düşmana yöneltilmesi” politikasından sapmama halidir. Bu politikayla sonsuza kadar bir hacıyatmaz gibi ayakta kalabilirsiniz.

Evet bu politikada tam 40 yıldır devam eden bir tutarlılık sözkonusudur. Doğu Perinçek 40 yıl önce ne yapıyorsa bugünde aynı şeyi yapmaktadır. Sovyetler Birliği’nin baş emperyalist olduğunu “tesbit eden” Çin Komünist Partisinin 1970’li yıllarda bütün dünyada açtığı franchising ofislerinden birini Türkiye’de açan ve Anti-Amerikan politikaların yanlış olduğunu söyleyip dördüncü ordunun doğuya kaydırılmasını isteyen Perinçek ne ise bugün Güneydoğu’daki operasyonlara onay ve AKP’ye destek veren Perinçek odur. 1970’li yıllarda Angola’da Portekiz’li sömürgecilere karşı Angola halkının bağımsızlığı için mücadele eden MPLA(Angola Halk Kurtuluş Ordusu)na karşı, sırf MPLA’yı Sovyetler Birliği destekliyor diye, CIA’in kurdurttuğu sahte kurtuluş örgütü UNİTA’yı destekleyen Perinçek’le Güneydoğu’da TSK’nın vatan savaşı verdiğini söyleyen Perinçek aynı Perinçek’tir. 70’li yıllarda İsrail’le Mısır arasında imzalanan ve ABD’nin inisiyatifi, teşviki ve ittirmesiye kotarılarak Filistin’lileri arkadan hançerleyen Camp David anlaşmasını destekleyen Perinçek politikasıyla bugün açıktan açığa AKP’yi destekleyen Perinçek politikası tam bir tutarlılık içermektedir.

Çünkü baş düşman değişmiştir. Baş düşman artık Amerika’dır. PKK da ABD’nin karagücü olduğuna göre bugün Güneydoğu’da PKK’ya karşı mücadele eden TSK’nın desteklenmesi gerekir.
Hazret kaba tasnifçiliği ve arada başka hiç bir rengin bulunmadığı bir alan tarifi yapmayı pek sever. Bugün Güneydoğu’da AKP’nin yürüttüğü operasyonları vatan savaşı olarak görmeme hakkının bulunmadığını iddia ederek yurtseverleri, hatta Kemalistleri bile “vatansız”lıkla, ABD’nin çıkarlarına hizmet etmekle, PKK cephesinde mevzilenmekle suçlama kurnazlığına başvurur ve böylece uzun süredir liberal ahlaksızlığa haklı olarak tepki duyan, diş bileyen iyi niyetli, yurtsever, ilerici çok sayıda insana, uzun yıllardır yapageldiğini yaparak iki ayrı cephe tarifi yapar: Düşman cephesi ya da kendisinin yanı. Daha yakın zamana kadar kendisine yakın bir yerde durduğu sanılan Ender Helvacıoğlu, Mehmet Ali güller gibi solcuları, onun tezlerini kabul etmedikleri için PKK ve Amerika cephesinde mevzilenmekle suçlayacak kadar kendini kaybetmesi bu yüzdendir.

TSK Güneydoğu’da vatan savaşı veriyormuş. Ya, ne demezsiniz. Yani herhalde bu ordu bu operasyonları AKP’nin iradesinden bağımsız olarak kendi başına yapmaya karar vermiş ve AKP’yi de bu “vatan savaşı”na ikna etmiş.

Daha önce dile getirdiğim görüşümü yinelemekte yarar var. Bu cumhuriyeti Tayyip Erdoğan’lar yıkmadı. Bu ordu yıktı. Tayyip Erdoğanlar, her tür ilericiyi, yurtseveri hatta solcu Kemalist’i asarak, keserek, biçerek yolu düzleyen bu ordunun açtığı yoldan bodoslama içeri daldı ve hazıra kondu. Tayyip Erdoğanlara boş kaleye gol atmak kaldı. Hala bu ordunun milli ve Kemalist ordu olduğunu düşünen bir Atatürk'çü filan varsa siyasetle ilişkisini hemen kesip yoga, meditasyon filan yapmaya başlaması ruh ve akıl sağlığı açısından iyi olabilir.

Geçtiğimiz günlerde umrede ölen, hayatı solculara küfretmekle geçmiş, katıksız gerici ve faşist Hasan Karakaya’nın ailesini arayarak taziye dileyen Patagonya'nın genel kurmay başkanı değildi. Güneydoğuda olan bitenin AKP’nin iradesinden bağımsız, hatta AKP’ye rağmen bu ordu tarafından yürütülen bir vatan savaşı olduğuna inananlar bulunsa da ben bu gülünç iddiaya Perinçek’in kendisinin de inanmadığını sanıyorum. Yine de perinçek’in ABD’nin kendisinin “kara gücüne” karşı savaş başlatan bu orduya ve bu hukumete karşı nasıl olup da hiçbir şey yapmadığı konusunda taraftarlarını ikna edecek bir “teorik açıklama” getirmesi, tabandaki olası kopmaları önlemek açısından iyi olabilir. AKP’yle ABD arasında yakınlarda gerçekleştirilen İncirlik mutakabatından sonra ha bire İncirlik’ten kalkıp inen Amerikan uçaklarının açıklamasını da başka bir Aydınlıkçı yapsın. Her teorik açıklamayı da Perinçek’ten beklemeyelim.

İnsan Doğu Perinçek olunca Vikingleri Türk yapabilir. 80 öncesinde binlerce devrimcinin ölümünün baş sorumlularından Süleyman Demirel için “bu toprakların insanıydı” diye konuşabilir. HSYK savcılarına kefil olabilir. Kontrgerillacı Veli Küçük’ten bir vatansever çıkarabilir. Akit TV’ye çıkıp dolaylı yoldan AKP güzellemesi yapabilir. Eleştirilere karşılık Akit TV izleyicisinin diğer kanalların izleyicisinden daha yurtsever olduğunu söyleyebilir. 

Doğu Perinçek’çilikte 40 yıllık düşman bir anda düşman olmaktan çıkabilir. Ne gam! “Biz onlara doğru gitmedik. Onlar bizim çizgimize geldiler” diyerek AKP’nin ,Veli Küçük’ün sonunda doğruları gördüğü ima edilerek tabandakiler arasında ortaya çıkabilecek olası kafa karışıklığını gidermek çok mu zor? Kandırılmak isteyene teorik açıklama mı yok!

Sen 90’lı yıllarda Öcalan’dan “Kardeşim Apo” diye, PKK’dan da “devrimci yurtsever bir örgüt” diye bahset. Sonra PKK seçimlerde senin partini desteklemeyince birden bire PKK’nın “emperyalizmin kuklası” olduğunu keşfediver. Mehmet Bedri Gültekin’in Aydınlık’ta “Ulusal Kurtuluş Hareketinin hatalarına yapılacak aşırı vurgu bizi doğruca gerici kampın yanına götürür” diye yazılar döşenerek hararetle savunduğu PKK’nın “emperyalizmin kuklası bir örgüt” olduğu nedense, İşçi Partisinin(o zamanki Sosyalist Partinin) PKK tarafından desteklenmediği ve her zamanki gibi % 0,2 oy aldığı seçimlerden sonra anlaşılsın. Dümenin bu kadar hızlı ve sert kırılması potansiyel sempatizanlar arasında bile kafa karışıklığı yarattığı için olsa gerek, “Doğu Perinçek APO’yla neden görüştü” diye ikna kitabı yazılsın.

Daha önce de söylediğimi hatırlıyorum. Yineleyeyim. Yalanın en inandırıcı ve tehlikeli olanı içinde bazı doğrular barındıranıdır. Liberaller geçmişte, içinde bazı doğrular bulunan tezlerini yalanlarla harmanlayarak AKP’ye yıllarca unutulmaz hizmette bulunmuşlardı. Yeterince kullanıldıktan sonra AKP tarafından buruşturulmuş bir kağıt gibi bir tarafa atıldılar. Şimdi T24 ve Diken’de feryat figan etmelerinin pek bir yararı yok. Şimdi AKP destekçiliğinde liberallerin yerini Doğu Perinçek almış görünüyor. 

Gerek liberallerin gerekse Doğu Perinçek’in ortak özelliği, bazı doğruları bir tramplen tahtası gibi kullanıp, o doğruların üzerinden zıplayarak iktidar isteğini hayata geçirecek bir güce ulaşmak.
Geçmişte PKK yöneticileri, PKK’nın kuyrukçusu yayın organları enteletüel ortamı terörize ederek, kendilerini eleştiren, onları emperyalizmle işbirliği yapmakla, gericiliğe destek vermekle suçlayan aklı başında solcuları “devletin adamı” olmakla, “Türk şovenizmi” yapmakla, “ulusalcı ve Kürt düşmanı” olmakla suçluyordu. Bugün de Doğu Perinçek Diyarbakır’da,Cizre’deki operasyonlara karşı çıkanları “vatansız”lıkla, “ABD’cilik”le suçluyor ve “benden değilsen PKK’cı ve ABD’cisin” diyor.

Türkiye’nin ortodoks solu liberalizmin beyinlerimize karşı yürüttüğü taarruzu püskürtmek için 30 yıl uğraştı.

Umarım bir 30 yıl da sola nüfuz etmiş milliyetçiliği püskürtmeye çalışmakla geçmez.