Komünist olmayan sol, sosyal demokrat olmak zorunda mıdır?
Doğrudan yanıtlamak daha doğru olur.
Hayır değildir. Hatta zinhar olmamalıdır. Bu, siyaseti tümüyle batı merkezci
bir bakışla okumanın sonucu olarak içine düştüğümüz bir yanılgıdır. Çok güçlü,
çok yaygın, ama tamamen yanlış bir düşüncedir. Ama keşke sadece bir yanılgı
olarak kalsaydı. Büyük bir tuzaktır da. Yaklaşık 40-45 yıl önce, hepimizin içine
düştüğü bir tuzak. Bize, ne kadar batılılaştığımızı hissettiren ve içine düşmekten
adeta keyif aldığımız bir tuzak.
70’li yılların ortalarından başlayarak Türkiye’de “sosyal
demokrasi” diye bir kavram ortalıkta dolaşmaya başladı. 80’li yıllarda da
tamamen oturdu. Sosyalistler dahil herkes, siyasal yelpazeyi, şekli şemali
Avrupa’da çizilmiş bir cetvele benzetti ve şöyle düşündü: Bu cetvelin ortasını
merkez olarak tanımlarsak, cetvelin sağ tarafı, sağ ve aşırı sağ(aşırı
milliyetçi, faşist ya da şeriatçı) olarak tanımlanabilir. Cetvelin merkezinin
sol tarafına gelince. Orada da en solda komünistler(yani Marksist-Leninistler)
yer alır. İşte bu en soldakilerle, yani
komünistlerle merkez arasında bir yerlerde bulunan sola da sosyal
demokrat denir.
Batı merkezci bir bakışla yapılan ve ilk bakışta tamamen
masumane görünen bu tasnife kimse itiraz etmedi. Hele 80 sonrasında CHP’nin
mirasının sürdürücüleri bu tanımlamayı pek sevdiler. Partiye Avrupalı bir hava
veriyordu. Dahası bu sıfat, özellikle Türkiye’de, sağcılara “bakın biz komünist
değiliz ha, bize komünistlere davrandığınız gibi davranmayın” anlamında bir
göndermede de bulunuyordu. “Solcu” yerine “sosyal demokrat” kavramı daha
tehlikesiz, daha risksiz, daha Avrupai, daha masumane ve daha düzen içi
kalıyordu. Öyle ya, solcu sözcüğünden, solculuğun nereye kadar uzandığı pek
anlaşılmıyordu.
Komünistler de bu tasnifi sevdiler. Çünkü Avrupa’daki sosyal
demokrat partilerin hepsi düzen içi partilerdi ve CHP’nin sosyal demokrat
olarak tanımlanması, düzen dışı olma onurunun sadece kendilerine ait olduğunun
anlaşılmasını sağlıyordu.
Böylece bütün Türkiye solu korkunç bir tuzağın içine düştü.
Hem de hem CHP’lilerin, hem de Marksistlerin aynı tuzağın içine balıklama
atlamasıyla. Bu batıcıl tanımlama ve tasnif CHP’nin başına çöreklenmiş olanları
epey rahatlattı. Halkçı, devrimci ve solcu bir parti olarak algılanmanın
beraberinde getireceği sorumluluklardan kurtuldular. Sosyalistler de bu konuda
onlara yardımcı oldular. Herhangi bir sohbette CHP’yi, “yapmadığı şeyler
nedeniyle” eleştirenler, “canım CHP sosyal demokrat bir parti, onlardan çok şey
beklememek lazım” veya ”CHP’den ne bekliyorsun ki? Onlar zaten sosyal demokrat”
gibi eleştireni, eleştirdiğine pişman eden, hatta biraz da kendini cahil gibi
hissettiren cevaplar aldılar.
Böylece Türkiye solcusu CHP’den fazla bir şey, daha doğrusu
hiç bir şey beklenmemesi gerektiğini, “yüksek bilince” ulaşmaya çalışan diğer sosyalistlere
“öğretmiş” oldu. CHP’nin, sadece yaptığı değil, yapmadığı ve bu nedenle her
biri birer rezalet sayılması gereken eylemleri ve eylemsizlikleri, Marksist sol
tarafından normal karşılanır oldu. Onlar zaten sosyal demokrattı ve onlardan
bir şey beklenmezdi. Onlardan bir şey bekleyen solcu, yeterli sol bilince
ulaşmamış olmakla nitelenme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Üstelik sosyal
demokratların her konuda sergiledikleri bu çıldırtıcı sessizliği, Marksistlerin
sosyal demokrasi hakkında söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya
koyuyordu. Daha ne istesinlerdi.
Bu durumdan “sosyal demokratlar” da pek memnundu. Nasıl olsa
onlar komünist değil, sosyal demokrattılar ve sağcı bir iktidar ne kadar gerici
bir hamle yaparsa yapsın, ne kadar büyük bir rezalete imza atarsa atsın, ancak
komünistlerin vermesi gerektiği zannedilen tepkiyi vermemiş oldukları için
suçlanamazlardı. Bu tür tepkiler vermek “aşırı sol”un işiydi, onların değil. Giderek
CHP’nin, her konuda, ama her konuda sergilediği sessiz, ılımlı, yumuşak tavrı,
kendi tabanlarında da normal karşılanır oldu. Solda olduğu rivayet edilen bu
“sosyal demokrat” partiden beklentilerin düzeyi o kadar düşürüldü ki, kimse
Kılıçdaroğlu’nun ya da bir “sosyal demokrat” liderin, genel kurmay başkanının
helikopterle cumhurbaşkanı adayı olacağı rivayet edilen birinin bahçesine
inmesi, Tayyip Erdoğan’ın “ sandıklarda hakimiyeti ele geçirirsek işi
başlamadan bitiririz” sözlerinin işitildiği videonun ortaya çıkması, milli
güvenlik kurulu üyesi üst rütbeli bir subayın “atarız karşı tarafa(Suriye’ye)
bir iki tane bomba, olur biter” şeklindeki sözlerinin ortalığa saçılması, bir
mafya liderinin “oluk oluk kan akıtacağız” diye konuşması ve bunun gibi
yüzlerce skandal karşısında ortalığı ayağa kaldırmamış olmasına öfkelenmedi. Herkes
sosyal demokratların bu tavrı normalmiş gibi davrandı. Öfkelenilecekse sadece
iktidara ve Erdoğan’a karşı öfkelenilmeliydi.
Artık bu saçmalığa bir son vermekte yarar var. İddiam şudur:
Türkiye’de sosyal demokrat yoktur. Varsa da çoğu büyük şehirlerde yaşayan, tuzu
kuru bir kaç bin kişiyi geçmez.Bu topraklarda sosyal demokrasi diye bir damar
yoktur. Bu kavram tamamen yapay, ithal bir kavramdır ve bu ülkede hiç bir
karşılığı yoktur. Sosyal demokrasi Türkiye’nin en, en, en marjinal siyasi
akımıdır. O kadar marjinal, o kadar ihmal edilebilir bir gruptur ki, Malatya
veya Gaziantepspor’un taraftarlarının toplam sayısı bile Türkiye’deki sosyal
demokratların toplam sayısından kat kat fazladır.
CHP’ye oy verenlerin de %99’undan fazlası sosyal demokrat
filan değildir. Solda bir yerlerde duran ve sol ucu açık bir çizgideki
insanlardır. Avrupa’da sosyal demokrat bir partiye oy veren ortalama bir
Avrupalıyla, Türkiye’de CHP’ye oy veren insanlar arasında uçurumlar kadar fark
vardır. Örneğin sosyal demokrat bir partiye oy veren bir Avrupalı, kendi sol
sınırını bilir. Marksist değildir, komünizme karşıdır. Türkiye’de CHP’ye oy
veren insanlarsa sosyal demokrat saiklerle oy vermez. Bunların ezici çoğunluğu
sol ucu açık insanlardır, düzen değişikliği isterler. Anti komünist
değildirler.
Hal böyleyken, Türkiye’deki sosyalistler(Marksistler), solda
asıl büyük çoğunluğu kendileri oluşturdukları halde(bence sayıları milyonlarla
ifade edilebilir), sanki kendileri marjinalmiş de, solun çoğunluğunu sosyal
demokratlar oluşturuyormuş gibi davranmayı ve “şimdi sosyalizmi istemenin
sırası değil. Önce şu sosyal demokrasiyi iktidara getirelim”ciliği oynamayı
seçti. Kendileri Türkiye solunun çok büyük bir çoğunluğunu oluşturdukları
halde, kendilerini marjinal, sosyal demokratları ise çoğunluk zannederek, gerçekte
varolmayan, varolsa bile bütün Türkiye’deki sayıları beş onbin kişiyi geçmeyen
sosyal demokratlara, sol arsanın tapusunu altın bir tepside armağan ettiler. Geçen
gün kendisiyle sohbet ettiğim bizim CHP’li bakkalın bana söylediği de bununla
çakışıyordu: “Yazın gelmesi için once baharın gelmesi gerek”. Bu “ben de
sosyalizmi istiyorum ama..” diye başlayan 45 yıllık saçmalığın devamından başka
bir şey değildi kuşkusuz. Yani,
“sosyalizmi getirebilmemiz için önce sosyal demokrasiyi iktidara getirmemiz
gerek” demek istiyordu. Bu yaklaşım yanlış olmaya yanlıştır. Ancak bu
yaklaşımın, bizi daha çok ilgilendirmesi gereken olumlu bir yanı da var. Avrupa’da sosyal demokrat bir partiye oy veren
hiç kimse böyle bir laf etmez. Çünkü onlar bizim mahalle bakkalının gelmesini
istediği “yaz”a karşıdırlar.
Komünist olmayan sola sosyal demokrat denmesi gerektiği
şeklindeki batı-merkezci düşüncenin Türkiye soluna hakim olması, muazzam bir
niceliğin CHP potasında eritilerek heba edilmesine neden oldu. Hem de tam 45
yıl boyunca.
Güney Amerika’daki komünist olmayan sol partilerin hemen hiç
biri kendisini sosyal demokrat olarak tanımlamaz. Bolivarcı sol olarak
nitelenen bu partiler genel olarak solcu, halkçı, devrimci olarak nitelenir.
Oralarda, komünist olmayan sol partilere sosyal demokrat denmesi gerektiği gibi
bir batılılaşma tuzağına düşülmemiştir. Geçen gün bir arkadaşım, Brezilya’ya
yaptıkları bir seyahat sırasında, Brezilya İşçi Partisinin standında Marx’ın ve
Lenin’in fotograflarını görüp şaşırdıklarını anlatıyordu. Komünist olmayan
Brezilya İşçi Partisinin standında Marx’ın, Lenin’in fotograflarının ne işi
olduğunu İşçi Partisinin temsilcisine sormuşlar. İşçi Partisi temsilcisi de
bizimkilere, “siz nerelisiniz?” diye sormuş. Onlar da “Türkiye” cevabı verince,
İşçi Partili temsilcisi gülerek “bizim buralarda işler Avrupa’daki gibi
değildir” diye cevap vermiş. İşte tam da anlatmak istediğimiz şey budur. Bizim
arkadaşlara bu soruyu sordurtan, komünist olmayan Brezilya İşçi Partisinin
sosyal demokrat olması gerektiğini zannetmeleridir.
Tekrar Türkiye’ye dönelim. Bu topraklarda sosyal demokrasi
diye bir damar yoktur dedik. Latin Amerika’daki komünist olmayan sol partiler
nasıl kendilerini halkçı, devrimci(Bolivar’cı), solcu ve antiemperyalist olarak
tanımlıyorlarsa, Türkiye’deki komünist olmayan sol partiler de bize özgü bir
Bolivar’cı sol olmalıdır.
80’li ve 90’lı yıllarda CHP’nin içine “aşırı sol”un
sızdığından şikayet edilirdi. Bence durum tam tersidir. Sosyal demokrasi
CHP’nin içine sızmış ve partiyi ele geçirmiştir. CHP’yi eğer bir nehre
benzetirsek, bu nehrin akması gereken doğal ve tarihsel yatak, solcu, halkçı,
devrimci, antiemperyalist ve kamucu bir yataktır, emperyalist Avrupa
ülkelerinin başat partilerinden olan ve dünya genelinde solla uzaktan yakından
hiç bir ilgisi kalmamış olan sosyal demokrasi yatağı değil.
Artık birileri çıkıp bu sosyal demokrasi saçmalığına son
verse iyi olur. Çünkü bu ülkede bu söylemin hiç bir ideolojik karşılığı yok.